Pazar, Aralık 18

Türkilizce sözlük

Kimilerine göre Plaza dili, kimilerine göre Maslak dili, bense Türkilizce diyorum. Bu çalışma yurdum insanın en eğitimli kesiminin kendi diliyle olan imtihanını simgeliyor. Fark ettiyseniz daha çok plazalarda çalışan insanların konuştuğu garip bir dil epeydir kulağımızı tırmalıyor. Bilgi teknolojileri çağında "bilgisayar" kadar güzel bir kelime türetebilmiş dilimiz, onun getirdiği yeni araç ve eylemlere yönelik kelimeler türetmekte geri kalınca günlük kullandığımız dil de bir tuhaflaştı. Bilgi teknolojileri ve pazarlama sektörü ile haşır neşir olanların daha sık düştüğü bu tuzak, hepimizin zaman zaman dilinin kaymasına neden oluyor. Türkilizce, sanılanın aksine yurt dışında yaşamış insanlardan değil, uluslararası yabancı şirketlerde çalışan bu grup dil özürlüden doğdu. Ana dilinde doğru kelimeyi bulamadığı için ingilizcesini kullanmak kimilerini üzse de kimileri bu durumu ingilizce bildiklerinin kanıtı zannediyor. Ne Türkçe'yi ne de İngilizce'yi düzgün konuşamayan bu insanların kendi dillerine iyice yabancılaşarak artık türkçe karşılığı daha kolay olan kelimeler için bile ingilizce tamlamalar kullanmaları bu garip dili daha da çok besledi. İşte bu, Türkilizce'nin bilgisayar terminolojisinden doğan birkaç kelimenin çok ötesine geçip kendi başına bir dil olmasının öncüsü oldu.

"Follow ettiklerimizin yazdıkları postlardan involve olduğumuz kadarıyla aklımıza save edilen" bu yeni dil Türkçe'mizi öldürüyor. Yaygın olarak etmek ve olmak fiilleri ile oluşturulan bu tamlamaların bir çoğu ne yazıkki artık bize doğal geliyor.

Dil bilimci değilim, Türkçe'yi en iyi şekilde kullandığıma yönelik bir iddiam da yok ama bu durum beni o kadar rahatsız eder bir hale geldi ki, bir taraftan kendimi bu tür çarpık kullanımlardan uzak tutmaya çalışırken, bir taraftan da duyduğum bu acayip tamlamaları not etmeye başladım. Bu tamlamaların hiçbirini uydurmadığımı ve hepsini duyduğumu özellikle belirtmek istiyorum. Tamlamaların karşısına karşılıklarını veya en azından bu sözcük öbeği ile ne kastedildiğini de yazmaya çalıştım ki bir faydam olsun.

İşte pek çok büyük şirket çalışanının farkında olmadan katkıda bulunduğu Türkilizce sözlüğüm. 

Agile olmak: Çevik olmak

Aline olmak: Sıralanmak (eş zamanlı olmak anlamında kullanılıyor)
Aloke etmek: Tahsis etmek
Assign etmek: Görev atamak
Avoid etmek: Önlem almak, önlemek
Big picture'ı görmek: Büyük resmi görmek
Bold yapmak: Kalınlaştırmak
Book etmek: Yer ayırtmak
Challenge etmek: Meydan okumak
Check etmek: Kontrol etmek
Clarify etmek: Açığa kavuşturmak
Collaborate olmak: İşbirliği yapmak
Combine etmek: Eşleştirmek, bir araya getirmek
Come out etmek: Açıklamak
Communicate etmek: İletişim kurmak, iletişimini yapmak
Concernü olmak: Endişesi olmak
Contribute etmek: Katkıda bulunmak
Convince etmek: İkna etmek
Cover etmek: Kapsamak
Date etmek: Çıkmak
Deal etmek: Anlaşmak (pazarlık etmek gibi de kullanılıyor)
Declare etmek: Beyan etmek
Discuss etmek: Tartışmak
Domine etmek: Üstünlük kurmak
Down olmak: Üzülmek, moralinin bozulması
End-up etmek: Düşmek, boylamak
Fail olmak: Başarısız olmak
Favor yapmak: İyilik yapmak
First Priority'si olmak: İlk önceliği olmak
Fit olmak: Formda olmak
Fixlemek: Sabitlemek
Focus olmak: Odaklanmak
Follow etmek: Takip etmek
Forward etmek: İletmek
Frustrate olmak: Hayal kırıklığı yaşamak, (Derin bir üzüntüyü de belirtiyor olabilir)
Handle etmek: Başa çıkmak
Highlight etmek: Altını çizmek, belirginleştirmek
Host etmek: Evsahipliği yapmak
Ignore etmek: Görmezden gelmek, gözardı etmek
Insight vermek/almak: Bilgi vermek
Insist etmek: Israr etmek
Involve olmak: Dahil olmak
Join etmek: Katılmak
Justify etmek: Doğrulamak
Lead etmek: Liderlik etmek
Like etmek: Beğenmek
Linklemek: Bağlanmak, Bağlantı kurmak
Manage etmek: İdare etmek
Match etmek: Eşleştirmek
Mean etmek: Kastetmek
Merge etmek: Birleştirmek
Mindset'i değiştirmek: Düşünce yapısını değiştirmek
Offer etmek: Teklif etmek
Peak yapmak: Zirveye, en üst seviyeye ulaşmak
Penetre etmek: Nüfuz etmek (basketboldaki değil)
Post etmek: Yayınlamak
Process etmek: İşlemek
Promote etmek: Tanıtmak, parlatmak
Push etmek: Bastırmak
Question etmek: Sorgulamak
Raise etmek: Yükseltmek, artırmak
Read etmek: Okumak
Refere etmek: Kaynak göstermek
Refresh etmek: Yenilemek
Resetlemek: Yeniden başlatmak
Reply yapmak: Cevap vermek
Report etmek: Rapor vermek
Revize etmek: Düzenlemek, Düzeltmek
Run etmek: Çalıştırmak, yürütek
Save etmek: Kaydetmek
Send etmek: Göndermek
Set etmek: Belirlemek
Schedule etmek: Tarih belirlemek, Gün belirlemek
Search etmek: Aramak, araştırmak
Share etmek: Paylaşmak
Speak etmek: Konuşmak
Speech yapmak: Konuşma yapmak
Submit etmek: Sunmak, Teslim etmek
Sum up etmek: Özetlemek
Support etmek: Desteklemek
Tricklere gelmemek: Kanmamak
Trigger etmek: Tetiklemek
Update olmak/etmek: Güncellemek/ Güncel olmak
Waouw olmak: Etkilenmek, şaşırmak
Wrap up etmek: Toparlamak

* Yorumlarla sürekli güncellenmektedir. Katkılarınızı bekliyorum. Katkıda bulunanlara da teşekkürler

Cumartesi, Aralık 3

Günün Seçkisi #30 - Klip: Rammstein - Mein Land

Sahnede adam yaktıklarına şahit olduğum Rammstein'den bu sefer sevimli bir çılgınlık. Hiçbir şeyi ciddiye almayan grup bu sefer Amerikan klişelerinden güneş yanığı California sahilleri ile dalga geçiyor...Her daim çılgın adamlardan komik bir klip, bu sefer için yaş sınırı yok en azından...



Rammstein - Mein Land from Rammstein on Vimeo.

Çarşamba, Kasım 30

Günün seçkisi #29 - Garip Beatles Fotoğrafları

     İlkokul terk...

      Fakat Paul....

    John Lemon... Mango Starr...
                     Bremen mızıkacıları...


   Son kadeh...


Daha fazlası : http://awkwardbeatles.tumblr.com

Cumartesi, Eylül 10

Günün Seçkisi #28 : Klip - Do it Again

Önce blogger kapandı, sonra ben üşendim...Sonuç 6 aylık bir ara. Kimsenin okumadığı, özlemediği bloguma geri dönüş yapayım. Burası benim, burası benim sevdiklerimin. Belki birkaç hafta sonra gene sıkılırım. O zamana kadar, tekrar seçtiklerime geri dönelim. 

Tek kişilik grup Archangel'ın Steely Dan şarkısı Do it Again'in için yaptığı cover ve klibini paylaşayım. 2008 yılından itibaren hayatımızdan olan Londralı Arcangel, Nick Webber'in hem vokalini yaptığı hem de tüm enstrümanlarını çaldığı tek kişinin çok kişi gibi davrandığı bir garip grup. Do it Again coverı ilk albüm How to Lose Your Best Friend'de yer alıyor. Klibi de Henry Scholfield tarafından yönetilmiş. Bu sevimli kilpte küçük post-it adamın hepimizin günlük hayatına yönelik maceraları anlatılıyor. Pazartesi sabahlarınız için saklayın, iyi gelir :)





Salı, Şubat 22

Günün Seçkisi #26 : Oyuncu - Deniz Özdoğan

Henüz hakkında yazılmış bir wikipedia veya ekşi sözlük makalesi yok. Ama ben şimdi büyük bir gururla adına yazılacak ilk maddeyi yazayım ve  kaynak oluşturayım.

Deniz Özdoğan, 3 Nisan 1982'de İstanbul'da doğdu. Tiyatro sahnesi ile 5 yaşında tanıştı. Önce çocuk tiyatrolarında oynadı. Şehir Tiyatroları’nda pek çok oyunda yer aldı. Orta ve lise öğretimini  İtalyan Lisesi'nde tamamladıktan sonra Roma'ya gitti ve tiyatro okulunda okudu. Üniversiteden sonra hayallerini gerçekleştirmek üzere İtalya'da kalmaya devam etti, önce irili, ufaklı tiyatro topluluklarıyla, kumpanyalarla çeşitli oyunlar sergiledi.  Martı, Hastalık Hastası, Ramallah Evi gibi oyunlarda rol aldı. Piyano çalıyor,dans ediyor, şarkı söylüyor. Tiyatro onun en büyük tutkusu, uykusunda repliğini sayıkladığını bilirim :)14 yaşından beri de profesyonel olarak oyunculuk yapıyor. Büyük çıkışını ise 14 Şubat'ta Roma'daki Eliseo Tiaytrosu'nda sahnelenen Riccardo Scamarcio ile başrollerini paylaştığı Romeo ve Juliet ile yaptı.  İtalyan yönetmen ve oyuncu Andrea Collavino ile evli. Ben kendisini 11 yaşından beri tanıyorum ama umudum  herkes tanıması, herkes yeteneğini izleme ve görme şansına erişmesi.

Onu bir de kendisinden dinlemek için Hürriyet Gazetesi'nden Reha Erus'la yaptığı söyleşiyi buradan paylaşıyorum.Hakkında çıkan diğer yazılar ve söyleşiler de şöyle
Sabah , Radikal , Reset Magazine, Corriera della Sera

İTALYA ONU ALKIŞLIYOR / Hürriyet, 22 Şubat 2011
Şu sıralar Roma, bir Türk tiyatrocuyu avuçları kızarıncaya kadar alkışlıyor. Bu genç yetenek, kapalı gişe oynayan “Romeo ve Juliet”te yakışıklı oyuncu Riccardo Scamarcio ile başrolü paylaşan Deniz Özdoğan’dan başkası değil. İtalyan medyasının göklere çıkardığı Özdoğan’ın yıldızı günden güne daha çok parlıyor.

* Deniz Hanım, neden tiyatroyu seçtiniz?
- Ailemin tek çocuğuyum. Babam opera tutkunudur. Annem hem doktor hem de piyanist. Teyzem de balerin. 4 yaşımdan beri sahnelerdeyim. Şehir Tiyatroları’nda büyüdüm. Dansla başladım, 14 yaşımdan beri de profesyonel olarak oyunculuk yapıyorum. Beni, ailemin sanata düşkünlüğü buralara getirdi. Tabii bir de Neşe Erçetin’in emeği. İtalya maceram, İtalyan Lisesi’nden mezun olduktan sonra başladı. 2002 yılında Roma’ya geldim ve tiyatro okuluna yazıldım. Geliş o geliş...

* Peki “Romeo ve Juliet” projesi nasıl ortaya çıktı?
- Tiyatro okulunu bitirdikten sonra ilk ciddi İtalyanca deneyimimi “Hastalık Hastası” oyununda yaşadım. Sonra kocam Andrea ile tanıştığım “Martı”da rol aldım. Ardından “Ramallah Evi” ile sahneye çıktım. Çok sevdiğim ve saydığım bir yönetmen var; Valerio Binasco. Hani insanın rüyasına girer, “Acaba bir gün onunla çalışabilme şansını yakalayabilecek miyim?” diye... Ben de Valerio Binasco ile çalışma hayalleri kuruyordum. Bu şans sonunda beni buldu. “Peanuts” adlı eserin seçmelerine katıldım. Binasco “Çok yetenekli bir oyuncusun ama bu rol sana göre değil. Zamanı gelince seni büyük ses getirecek bir Shakespeare oyunu için arayacağım” dedi. Tam üç yıl bekledim. Sonunda Binasco’nun Juliet’i oldum.

* “Romeo ve Juliet”, Riccardo Scamarcio’nun ilk tiyatro deneyimi. Nasıl buluyorsunuz oyunculuğunu?
- Riccardo çok azimli bir sanatçı. Yeteneğini biliyor. Onun kemikleşmiş bir hayran kitlesi var. 15 ila 30 yaşlarındakiler tiyatroda mutlaka ilk sıralardaki koltukları işgal ediyorlar! Riccardo günden güne daha da kusursuzlaşıyor. Henüz bu dalda yeni ama sinema alışkanlıklarını geride bırakmasını biliyor. Her geçen gün gözümüzün önünde deneyim kazanıyor, seyirciyle canlı iletişimi algılıyor, böylece biz de daha uyumlu oluyoruz.

* İtalyan tiyatro yazarları ve eleştirmenleri sizi göklere çıkarıyor. Böyle bir başarı elde etmeyi bekliyor muydunuz?

- Samimi olarak söylüyorum, bunun bu kadar kısa zamanda gerçekleşmesini beklemiyordum. Ben gazeteleri okumaya korkarken, bizi televizyonlara çağırıyorlar. Oyun sonrası tiyatrodan çıkarken bizi bekleyen fotoğrafçıları yadırgıyorum. Hele alkışlar ve oyunun 14 Mart’a kadar kapalı gişe oynayacak olması! Bütün bunlar bir rüya gibi geliyor. Çok hoş bir rüya...

* Türkiye’de tekrar sahneye çıkmayı düşünüyor musunuz?

- Evet, düşünüyorum. Tilbe Saran’la projelerimiz var.

* Türkiye’yi özlüyor musunuz?

- Elbette! Ailemi, dostlarımı çok özlüyorum. Yemekleri de öyle. Neyse ki aynı yemekleri burada da pişirebiliyorum. En çok özlediğim şey ise, annemin hastalandığım zamanlardaki o yumuşacık dokunuşu.

* Hiç sinemayı düşündünüz mü?

- Düşünmez olur muyum hiç! Sevgili Ferzan Özpetek’le projelerimiz vardı. Ama ben bir türlü oturma izni alamadığım için gerçekleşmedi. İtalya’da bir sürü bürokratik engelle karşılaştım maalesef. Aslında “Bir Ömür Yetmez” ve “Kutsal Yürek”te oynayacaktım, olmadı. Ama bir şeyler öğreneyim diye beni hep setlere davet etti sağ olsun.

Deniz Özdoğan ve Riccardo Scamarcio'nun Romeo ve Juliet'i


Pazar, Şubat 20

Günün Seçkisi # 25 : Sayılarla Ülkem

Tamam bu bir geyik blogu. Etliye sütlüye karışmadan, gezelim, görelim, eğlenelim tadında şeyler yazıyoruz. Ama gel gör ki hayat öyle değil. Pazar keyfi niyetine gazeteleri, mizah dergilerini önüme topladım. Ve keyfim başladığı gibi bitti. Gün nedeniyle daha light olması gereken Pazar Radikal'inde gözüme ilişen sayılar zaten vahim durumda olduğunu bildiğim ülkemin içler acısı halini gözüme soktu.

Bunları yazıyor olmaktan çok bir çözüm üretemiyor olmak beni kahrediyor. Araştırma ve analiz işinde olanlar bilir. Bir konu hakkında rapor yazarken, sorunları ortaya koyup onları orada öylece başı boş bırakmak büyük günahtır. Sayılar yüzdeler bunu diyor da, peki çözüm ne? Bir şirket veya bir iş dalı hakkında analiz yaparken suni ve hayali çözümler üretmek kolay ama hayat bu kadar acımasız ve bizler de bu kadar pasifize iken bir şeyler yapmak, çözüm üretmek gerçekten zor.

Şimdi sevimsiz bir günün seçkisi ile ülkemden bir kaç sayı vereceğim. Yazdıktan sonra da düşüneceğim ama aklıma Moğollar'ın şarkısından bir şeygelmeyecek yine.

%1400 : Hayır GSYIH artışı değil. Türkiye'de 2002 yılından bu yana töre ve namus cinayetiyle öldürülen kadın sayısı. Sahte ekonomik büyümelerle avunup geliştiğini söyleyen ülkemde hiç uğruna öldürülen kadın sayısı 2002'deki 66'dan 2009'da 953'e çıktı.

%25 : Türkiye'de zehirli atık ürettiği bilinen ama kayıt altında olmayan işletmelerin tüm işletmelere oranı. Buna göre binlerce ton zehirli atığın ne yapıldığı meçhul. Bilinmeyen bir başka şey ise  bu sebepten kanser olan insan sayısı.

3 : Son 3 ayda yanan tarihi eser sayısı. Haydarpaşa Garı yangınının yüreğimizde yarattığı acı geçmeden KIlıç Ali Paşa Camii yanmıştı. Bu haftaysa Beyazıt Camii'nin yanındaki Hünkar Kasrı yandı. Gariptir veya değildir hepsinin ortak özelliği restorasyon ve tadilat sırasında çıkan "dikkatsiz masum" yangınlar olması.

Bir tane de ben ekleyeyim:
631 : İstanbul'un en büyük Opera ve Tiyatro sahnesi AKM'nin kapalı olduğu gün sayısı. Önce yıkılıp camii yapılacaktı, sonra alışveriş merkezi sonra yenisi. Ne oldu ne bitti bilinmiyor ama birden fazla bir kurumun suçunu barındıran bir garabet olarak öyle mahsun ve hüzünlü duruyor.

Sinir bozucu daha çok sayı var. Ama yazdıkça, okudukça siniri bozuluyor insanın.

Çarşamba, Şubat 16

Günün Seçkisi #24: Oyun - Rubik Küpü

Sabır küpü, zeka küpü, sihirli küp adlarıyla da bilinen Rubik Küpü, Macar heykeltraş ve mimarlık profesörü Erno Rubik tarafından 1974 yılında icat edildi. Farklı modelleri olsa da Rubik Küpü, 3x3x3'lük bir küptür, 6 yüzü ve her yüzünde 9 kare bulunur. Toplamda ise 54 kare vardır. Amaç kübü, her bir yüzünü tek bir renk oluşturacak hale getirinceye kadar çevirip her bir yüzünü farklı renge getirmektir.  Rubik kübünü çözmenin  permutasyonu ile belirtilen 43,252,003,274,489,856,000 yolu bulunmaktadır. Rubik kübü çözmek zeka testi olarak algılansa da bulmacayı çözmenin sistematik yolları var. Bir David Singmaster ve Lars Petrus gibi bir takım adamların oluşturdukları farklı sistemler ve algoritmalar mevcut.

Yeni keşvettiğim bir sitede bulduğum bu illustrasyon Rubik Küpü ile ilgili bilinen bilinmeyen bir çok şeyi özetlemiş.

Kaynak: Wikipedia, www.behance.net

Pazartesi, Şubat 14

Günün Seçkisi #23: Film - İnançlı

Her insanın hayatında bazı tezat durumlar vardır. Kimilerinin işi hayatına tezatttır kimilerinin tutkusu, aşkı...Çoğu zaman iş adıyla gerçekleştirdiğimiz para kazanma eyleminde çıkar tezat karşımıza.Bu filmin konusu olan tezat ise bir insanın sahip olabileceği en büyük çelişkiden din ve inanç karmaşasından beslenmiş.

"İnançlı"(the Beliver) Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme meselesine kafayı takıp okulu terkeden, Antisemitizm'le yetinmeyerek Neo-Nazi'ye dönüşen gerçek bir Yahudi'nin öyküsü. Gerçek bir hikayeye, 1960'lı yıllarda yaşamış yahudi bir Ku Kulx Klan üyesinin hayatına dayanıyor. Film, toplumun kişisel inançlara karşı hoş görüsüzlüğünden besleniyor. Filmin ana karakteri bir taraftan içindeki nefretle Nazi'ye dönüşürken bir taraftan dini mirasından vazgeçemeyip kendi çelişkisi içinde debelenen bir genç. Bir tarafta oluşu bir tarafta inançları. Zamala oluşun ve inançların birbirine karıştığı film klişe  bakış açısından uzakta 2002 yılında İstanbul Film Festivali'nde izlediğim ve beni çok etkileyen İnançlı'nın başrolünde Ryan Gosling harika.Filmin insanın içine bu kadar işlemesinde onun müthiş oyunculuğunun payı büyük. 2001 yapımı filmin yönetmeni Henry Bean, filmin aynı zamanda da senaristi.



Perşembe, Şubat 10

Günün Seçkisi #22 : Reklam - Uyku ve Uykusuzluk

Günün seçkisinde iki ayrı reklam kampanyası var. Ana tema uyku. Biri iyi uyku, biri uyumama üzerine. Her iki kampanyanın ilanlarının fikirleri kadar, çizimleri de çok güzel.

İlki bir yatak firmasının reklamı, McCann Hindistan tarafından yapılmış. “Puts even your worries to sleep.”(Endişeleinizi bile uyutur).Başrollerde Tiger Woods, Obama ve Paris Hilton.



Diğer kampanya bir kahve firmasının "ayık kalmak için kahve" temalı kampanyası. Giovanni+Draft FCB (Brezilya) tarafından hazırlanmış. Slogan : When sleeping is not an option (Uykunun bir seçenek olmasığı durumlarda)

Pazar, Şubat 6

Günün Seçkisi #21 : Kitap - Dublörün Dilemması

Klişe gibi gelir ama bana doğum günümde kitap alan insanları pek severim. Hele de yani farklı bir şeyler gelirse pek bir mutlu oluyorum. Dublörün Dilemması da bu yolla elime geçti. Selin arkadaşım kendi okumuş, çok beğenmiş benimle paylaşmış.

Son dönemlerde dizüstü edebiyat ve popüler köşe yazarlığı ile basitleşmeye giden yazar diline, çok öncelerde savaş açmış biri Murat Menteş. Kelimeleri ve bilgisini bu kadar iyi kullanan bir insan az gördüm. Olay sadece bilgi küpü olmak değil, kelimelerle oynayabilmek de değil. Bunu kendini garipsetmeden, akıcı bir şekilde doğal olarak yapabilmek. İşte Murat Menteş'in kelime cambazlığı. Bilim kurgu sınırlarına yaklaşan, hayalperest, kurgu bir öykü, havada uçuşmayıp insanın beynine kazınan sözler. Murat Menteş'in zekasını ve bilgisi ile birleşen karakterler derin, olaylar uçuk ama sürükleyici. Okuyor ve düşünüyor olmaktan zevk aldıran bir kitap. İlk okuduğum andan itibaren Chuck Palahniuk etkisi yarattı bende. Zaten tarzı ve düşünce biçimi de ona çok benziyor.

Murat Menteş, 2005 yılında yazmış bu kitabı. Biyografisinde daha önce neler yaptığı ile ilgili şu cümleler var. "Bisiklet tamiri ile uğraştı, sihirbazlık numaraları öğrendi, amatör boksörlük yaptı. " Yazmayan kısım ise dağlar kadar gazete ve kitap arşivi olan olan bir bilgi küpü. Kelimelerle ilişkisine kelime oyunu denmesine verdiği cevap anlatıyor her şeyi."Kelimeler nimettir, nimetle oyun olmaz"

" Bir erkeğin hayatında tesedüflerin toplamından fazla bir şey yoktur... Bir erkeğin hayatıda ses etmeyip pes ettiği anlar vardır..." Habip Hobo, Dublörün Dilemması

Yazı yazan, yazmak isteyen, zevkle okumak isteyen herkese hediye etmek istediğim bir kitap. Şiddetle tavsiye edilir.


Çarşamba, Şubat 2

Günün Seçkisi #20 : Şarkı - I Wanna Be the One, Fun.

Grooveshark'ı müzik dinleme aracı değil de yeni tınılar keşfetme aparatı olarak kullanınca çok güzel şeylerle karşılaşabiliyor insan. İndie listelerinden birinde bu şarkıya rastladım. İlk dinleyişte sevdiğim şarkılardan biri oldu. Grubun adı Fun nokta. Sadece eğlence der gibi, eğlenceli bir şarkı yapmışlar. Bana tarzları birazcık Owl City'i andırdı. 3 sene önce New York bazlı krulan grup Nate Ruess, Andrew Dost, Jack Antonoff'tan oluşuyor. 2009'da çıkardıkları Aim and Ignite isimli bir albümleri var. Grubun diğer şarkılarına çok bayılmadım ama çok da dikkatli dinlemedim açıkçası... Bu şarkı güzel beni bir süre götürür.  Diğer şarkılardan meşhur ve fena olmayanları At Least I'm Not Sad (As I Used To Be), All the Pretty Girls (klip de çekmişler buna), Be Calm.

Hafif bir grup hafif şarkılar ama eğlenceli, döndür döndür dinle bir şarkı... Neşelenelim diye Fun. I Wanna Be the One

Salı, Şubat 1

Günün Seçkisi #19 : Manzara - Kokpitten Alacakaranlık

Bir insanın görebileceği en güzel manzaralardan biri gün dönümleri sırasında uçaktan görünen manzara olabilir. İnsan gözünün yakalayabileceği en güzel rennkleri o anda görmeniz mümkün. Bunu bilen birileri de çıkmış, Los Angeles Havaalanı LAX'e iniş sırasında bir uçağın (muhtemelen yolcu uçağı olmayan küçük bir uçak) kokpit kameresasından Alacakaranlık videosu çekmiş. Görüntüler nefis.

Müzik de Sugarcult'tan Los Angeles..

Pazartesi, Ocak 31

Cumartesi, Ocak 29

Günün Seçkisi #17 : Oyun - The Sims

Simulasyon oyunlarının en bilineni, en sevileni The Sims'tir şüphesiz. EA Games tarafından ilki 2000 yılında çıkan oyun 2009 yılında çıkan son versiyonu The Sims 3 ile hayranlarını gerçek hayattan iyice kopardı. Erkek çocuklarının ömrünü tüketen Championship/ Football Manager kadar olmasa da The Sims de epey insanı gerçek hayatta koparmıştır. The Sims'in kadınlara daha çok çocuk kalan  kadınlara yönelik olduğunu düşünüyorum. Çocukluğunu Barbie bebek oynayarak hayatını da erkeğini şekillendirmeye uğraşararak geçiren kadınlar için The Sims ideal bir platform.

Benim de uzun süre hayatımı meşgul eden The Sims'te kısaca yaşamak istediğiniz hayatı yaşıyorsunuz. Bir Sims'iniz oluyor onu okutuyor, besliyor, çalıştırıyor, büyütüyorsunuz. Kariyer manyakları tabii ki kariyer peşinde koşup CEO, Mucit, Super Star veya MVP olabiliyor.Kimisi de çoluk çocuğa karışıp 5., 6. kuşak Simsleri ile uğraşabiliyor. Oyundaki çoğu şey gerçek hayattaki gibi. Karşınıza çıkan seçimleri şansları iyi değerlendirmeniz, bazı şeylerden feragat etmeniz gerekiyor. Birebir hayat simulasyonu olmasının yanı sıra sıkıntıdan patladığınızda gelen social bunny, eve ölen simsinizin hayaleti, adam kaçıran uzaylılar gibi sürreal unsurlar da var. Dikkat edilmesi gereken nokta kesinlikle bağımlılık yapıyor ve insanı hayattan koparabiliyor. En yakın arkadaşım Gizem'le bir sene "Jibujuş babaaa" diye Simsçe konuştuğumuzu bilirim. Oyuna eklenen Late Night, Ambitions gibi ekleri ile hayatınıza renk katabilirsiniz. Bunalıma falan girerseniz eğer ilaç niyetine Sims'i tavsiye ederim.

Cuma, Ocak 28

Günün Seçkisi #16 : Seçme Sistemi - Taş Kağıt Makas Yeni Versiyon

Yılların taş kağı makasını günün seçkisine koymamın nedeni Bing Bang Theory'de ruh hastası Sheldon tarafından uygulandığını gördüğüm yeni versiyonu. Aslında Wikipedia'nın söylediğine göre o da yeni değil. Geç keşfettiğim bir sürü şey gibi buna da yeni vakıf olmuşum. Taş kağıt makas sisteminin yeni versiyonda iki ek var. Lizard (Kertenkele) ve Spock. Lizard  elin gölge oyunundaki gibi ağız veya gaga biçiminde tutulması, Spock ise bildiğimiz Mr. Spock'un Vulcan selamı. Bu seçme sistemi (isterseniz oyun deyin) Sam Kass tarafından icat edilmiş. Kim olduğunu bilmiyorum. Kendisi pek işi gücü olmayan sıyırmış bir yazılım mühendisi (Obama'nın aşçısının da ismi Sam Kass ama o bu değil) ve bu konuya özel bir web sitesi var. Dizide sistemin izinsiz yer alması nedeniyle de kızmış epey.

2005 yılında konuyla ilgili  bir makale The Time'da yayınlanmış. (Anlaşılan onların da işi yok) Konu hakkında wikipedik bilgiler verdikten sonra sistemi anlatayım. Orijinal sistemde kağıt taşı sarar, taş makası kırar, makas kağıdı keser. Bu versiyonda ise her hareket iki hareket tarafından yenilebiliyor ve iki harekete üstünlük sağlıyor. Olay şöyle:
  • Kertenkele kağıdı yer
  • Kertenkele Spock'u zehirler
  • Spock taşı buharlaştırır
  • Spock makası kırar
  • Makas kertenkelenin boyunu keser
  • Makas kağıdı keser
  • Kağıt Spock'u çürütür
  • Kağıt taşı sarar
  • Taş makası kırar
  • Taş kertenkeleyi ezer
Konuyu şemayla da anlatıp, nerd dünyasında sağlam bir yerim olduğunu gösterip çekileyim :)




Salı, Ocak 25

Günün Seçkisi #15 : Kısa Animasyon - Logorama

Cannes ve Sundance film festivallerinde gösterilmiş, 2010 yılında kısa animasyon dalında Oscar almış bir bir şaheser paylaşacağım bugün. Massive Attack kliplerinden tanıdığımız  H5 ekibinden François Alaux, Hervé de Crécy, Ludovic Houplain yönettiği Logorama sadece ürünlerin değil takım, kuruluş, albüm gibi hayatımızda yer alan pek çok şeyin logolarından oluşan bir dünyada geçiyor. Psikopat Ronald McDonald ve Michelin adamların başrollerindeki aksiyon dolu animasyonun seslendirmelerinde ünlü isimler de var. Original Pringles adamın seslendirmesi David Fincher'a ait. Amacı olmasa da film, sanal reklam uygulamasına yönelik nefis bir ders niteliğinde. Çok yaratıcı detayları olan eğlenceli bir film...izlenesi :)

Pazartesi, Ocak 24

Günün Seçkisi #14 : Şehir - Colmar, Fransa

Aslında burada bizzat gidip gördüğüm yerleri yazmayı planlıyorum ama gitmek istediğim yerleri de yazsam fena olmaz sanki. Dünyanın gittiğim yerler için en beğendiğim yer kesinlikle Paris'tir. Ama ne yazık ki Fransa'da Paris'ten başka şehir görmüşlüğüm yok. Normandiya bölgesinde ve Fransa'nın güneyine görmek istediğim pek çok yer var. Günün seçkisindeki Colmar ise Fransa'nın kuzeydoğusunda yer alıyor. Özgürlük heykelini yapan heykeltraş Frédéric Bartholdi'nin şehri, Colmar adeta bir masal şehri. Bartholdi'nin pek çok heykelinin olduğu şehir, köprüleri, tipik evleriyle Disney çizgi filmlerini andırıyor. Dünyaca ünlü Alsace şarap yolunun üzerinde bulunan  Colmar için Alsace şaraplarının başkenti de deniliyor. Şehir, Fransa'nın ikinci en kuru şehri olduğu için şarap üretimi için çok elverişli bir bölgede bulunuyor.

Küçük olmasına rağmen müzeleri, heykelleri, kilise ve küçük dükkanlarıyla ilgi çekici pek çok yeri barındıyor. Şehrin içindeki gezinip kendi masalınızın hayalini kurmak için bile gidilip görülebilir.  Hangi mevsimde gitmek daha iyidir bilmiyorum baharı da kışı da çok etkileyici sanki. Fotoğraflarından görüp çok etkilendiğim ve birazcık Çek Cumhuriyet'indeki Karlovy Vary'e benzettiğim Colmar'ı gidip görmek için bir fırsat yaratmak ve gidip bol bol üzümlerinden!! tüketmek lazım :)




Cumartesi, Ocak 22

Günün Seçkisi #13 : Özlü Söz - Assange vs Zuckerberg


"Mark Zuckenberg ile aramdaki fark nedir? Ben kurumların özel bilgilerini size ücretsiz veriyorum ve hainim. Zuckenberg ise, sizin özel bilgilerinizi kurumlara parayla satıyor ve o Yılın Adamı."

Julian Assange

Çarşamba, Ocak 19

Günün Seçkisi #12 : Bilim Kurgu - Star Wars Haritası

Star Wars (Yıldız Savaşları) serisi sinema tarihinin en büyük fenomenidir. George Lucas'ın 1977'de başlattığı Star Wars (ilk filmin daha sonraları adına New Hope eklenir) geleceğin sinema dünyasını şekilendirmiştir. George Lucas'ın bizzat kendi yazdığı kitaplardan yola çıkan serinin hayranı çoktur, bi haber olan da vardır (onları insandan saymıyoruz :)) Sevenleri Star Wars'a gönülden bağlıdır. Dizilere, filmlere konu olmuştur fanatikler. Öyle ki Jedi dinine mensup olduğunu iddia eden bir sürü insan var gezegenimizde. İlk üçlemede bedenini David Prowse'un oynayıp James Earl Jones'un sesini verdiği Darth Vader öyle bir fenomendir ki belki de kostümü en çok satılan kahramandır. Ama bazı şeyler var ki pek çok Star Wars fanatiğinin bilgi düzeyini zorlar. 

Luke Skywlaker'ın iki güneşli gezegen Tatooine'den geldiğini, Chewbacca'nın Kashyyyk gezegeninden olduğunu Dart Vader'in ilk filmin sonunda patlattığı ölüm gezegenin adının Death Star olduğunu çoğu insan bilir. İleri düzey Star Warsçılar Coruscant, Endor, Naboo, Alderaan, Geonosis gezegenlerini hatta ötesini de sayarlar. Ama nereye kadar. Lucas'ın yarattığı evren öyle geniş ki en wiki Star Warsçı bile bir noktada pes eder. NASA bırakın samanyolunu güneş sistemindeki gezegenlerin çetelesini tutamayadursun (Ne oldu Pluton'a?) Dark Horse ve Lucas Film'deki kafayı sıyırmış arkadaşlar Lucas'ın evreninin haritasını hatta atlasını çıkarmışlar.

Haritanın detaylarını görmek için üzerine tıklayın


Pazartesi, Ocak 17

Günün Seçkisi #11 : Şarkı - Old Yellow Bricks, Arctic Monkeys

Love Machine desem, Curtain Close desem ya da I Bet You Look Good On The Dance Floor desem... kutuplardaki maymunlara ulaşır mıyız birlikte?

Yurt dışında bir festivale gidip dinleme ihtimali kovaladığım grupların başında geliyor Arctic Monkeys. Bu sene şenlendirecekleri kesin olan festival, Foo Fighters ve Black Eyed Peas ile birlikte sahne alacakları İrlanda'daki Oxegen festivali. 2002'de kurulan Arctic Monkeys vokalde Alex Turner ve arkadaşları Nick O'Malley, Jamie Cook, Matt Helders'tan  oluşuyor. The Strokes'tan etkilenen grubu ben etkinlendikleri gurplardan daha çok seviyorum. Grubun 3 stüdyo albümü var.  2011 yılında da bir albüm çıkarmayı planlıyorlarmış. Her şarkılarına bayılmasam da iyi bulduğum epey şarkıları var. En sevdiğim şarkıları günün seçkisi Old Yellow Bricks ise  ikinci albümleri Favourite Worst Nightmare 'den.

Klip çekilmemiş şarkılardan biri olduğu, Grooveshark ve Fizy'nin her bünyede çalışmamasından dolayı bu hayran videosunu paylaşayım.



Pazar, Ocak 16

Günün Seçkisi #10 : İkon - Lady Gaga

Paris Hilton, 2000'li yıllar için "Her 10 yılın Marilyn Monroe ve Prenses Diana gibi ikonlaşmış sarışınları vardır. Bu döneminki benim" demişti. Bayağılığın, kültürsüzlüğün zirve yaptığı yıllarda hiç bir özelliği olmayan hatta birinin karısı olma (bkz. Victoria Beckham) özelliği bile olmayan Paris Hilton, bir nevi ikon oldu ne yazık ki. 2000'li yılların ilk kısmı için durum böyle iken sonuna doğru farklı bir ikon çıktı meydana. Lady Gaga. İstediğiniz şekilde tanımlayın; kışkırtıcı, çılgın, güzel, çirkin, vahşi, yapmacık, samimi, deli, çakma Madonna, Yeni Madonna, iğrenç, pornografik, cesur, gereksiz vs vs... Ama bir ikon olmaya hızla eriştiğini kabul etmek lazım.

28 Mart 1986 yılında New York'ta dünyaya gelen Stefani Joanne Angelina Germanotta yani Lady Gaga, 2008 yılında beri hayatımızda. 2 yıldır her gün şarkılarına, kendisine, fotoğraflarına ve yaptıklarına maruz kalıyoruz. Bu kadar tantanayı sadece bir albüm ile çıkarmasına bakarak bile kendisini başarılı sayabiliriz. Müziğini seversiniz sevmezsiniz ayrı ama, ilk albümü The Fame ve yarattığı imaj (90'ların önemli bir konseptiydi imaj) müthiş bir pazarlama başarısıdır. Benim de ilgilendiğim kısmı müziğinden çok, elde ettiği pazarlama başarısı. Olay olsun diye yaptığı her şey olay olan bu kız, farklı olmayı sattırıyor. Bugüne kadar tonla ödül kazanan, Forbes'un dünyanın en güçlü 100 insanı listesinde 7. sırada yer alan Lady Gaga, 2000'lerin bundan sonraki 10 yılının pazarlama stratejisininin ipuçlarını veriyor. İstanbul'daki Pazarlama Zirvesi'ninde konuşan Peter Fisk (Pazarlama Dehası kitabının yazarı) sunumunu Lady Gaga'dan Gugganheim'a uzanan değişen pazarlama felsefesi üzerine kurmuştu. Yeni Pazarlama Sanatı başlıklı sunumunun ana fikri "Lady Gaga'dan ne öğrendik"ti.



Tıpki Gugganheim müzesi gibi Lady Gaga da sanatın nefret ettirirken sevdiren, kışkırtırken ilham verdiren tarafını temsil ediyor. Lady Gaga'nın yaptığı aslında  farklı, ilintili ve olağandışı olmak (Different + relevant + extraordinary) ve bunu paraya çevirmek.  İçinde bulunduğumuz dönemin ana felsefesi "anlam konuşur, para yürür" ü en iyi anlayan ve bundan kendine bir yol çizmeyi en iyi başaran kişi Lady Gaga.  Buradan çıkarak yarattığı pazarlama felsefesi ise "Don't sell, enable me, amaze me" (Satma, olanak ver ve etkile) pek çok markayı etkileyecek bir strateji olacak. Şu ana kadar stratejisi çok başarılı olan Lady Gaga'nın esas başarısı ise Madonna gibi her döneme ayak uydurup, asla eskimeyecek bir efsane olabilirse ortaya çıkacak.

Son olarak markalar için Lady Gaga'lık kılavuzu: Be Bold, Be Brave, Be Brilliant! (Cesaret göster, Cesur ol,  Göz Alıcı ol.)

Perşembe, Ocak 13

Günün Seçkisi #9 : Müzikal - Wicked

Orijinal adı Wicked The Witch of West olan Lanetli Batının Kötü Cadısı romanı 1996 yılında Gregory Maguire tarafından yazıldı. Oz Büyücüsü'nün bilinmeyen hikayesini anlatan bu roman, 2003 yılında ismi kısaltılarak Wicked adıyla Stephen Schwartz ve Winnie Holzman tarafından müzikal olarak Brodway'e uyarlandı. Şu anda Broadway ve Londra başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde gösterilmiş ve tarihte en fazla sahnelenmiş 17. Broadway şovu. (İlki tabii ki Phantom of the Opera). Şimdiden uyarayım Tolkien sevmiyorsanız, Narnia Günlüklerini, Harry Potter'ı gereksiz buluyorsanız, kısaca fantastik türünden hoşlanmıyorsanız Wicked'ı izlemeyin. Müsamere der sinirimi bozarsınız.
 

Wicked  bilinen müzikal oyuncuları dışında hiç ünlü oyuncu kullanmadan tanıtımı çok iyi yapılan, bu yüzden de pek çok kez haftalık seyirci rekorunu kırmayı başarmış, Tony ve Laurance Oliver ödüllerini almış bir müzikal. Müzikalin müzikleri kadar dekorları da çok güzel, salona girer girmez sizi bir ejdarha kaşılıyor. Sonrası ise bir müzikal şölen.

Londra Victoria sahnesinde izlediğim Wicked
Wicked, Oz Büyücüsü'nde bahsedilen kötü cadının anlatılmamış hikayesini anlatıyor. Yeşil cadı Elphaba ve arkadaşı Glinda'nın gençlik yıllarında geçer. Kitapta, yeşil olarak dünyaya gelen kötü cadı Elphaba'nın aslında iyi olup olmadığı sorgulanır, müzikalde ise Elphaba iyi cadıdır. Yaşadığı trajedi onu kötü yapmıştır.

Broadway'de ilk olarak 2003 yılında sergilenen orijinal Wicked'da, Elphaba'yı ünlü müzikal yıldızı Idina Menzel canlandırıyordu. Benim izlediğim Londra versiyonunda ise Elphaba Kerry Ellis'ti. Idina Menzel'i de çok severim ama Kerry Ellis, hayatımda canlı olarak dinlediğim en iyi, en etkili sese sahip sanatçı. Daha sonra Wicked şarkılarının rock versiyonu ile bir albüm çıkaran Kerry Ellis, her faninin bir kez canlı dinlemesi gereken bir isim.

Londra'da izleme fırsatı bulduğum Wicked'tan o kadar çok etkilenmiştim ki eve döner dönmez bütün şarkıları, bütün sahneleri neredeyse ezberledim. Şovun en muhteşem parçası belki de müzikal tarihinin en iyi şarkılarından biri olan Defying Gravity. Şovun en iyileri diye ayrım yaparken içim cız ediyor ama yine de söyleyeyim, The Wizard and I, As Long as You Love Me, For Good, No Good Deed, I'm Not That Girl diğer müthiş parçalar.

Son olarak müzikalin en iyi parçasını paylaşayım. Defying Gravity, tabii ki Kerry Ellis yorumuyla...

Günün Seçkisi #8 : Ressam - Adnan Çoker

4 günlük aradan sonra günün seçkisine kaldığımız yerden devam edelim. Bugün konumuz resim. Yurtdışında müze müze gezerim, sergilere de nadiren giderim ama resimden anlıyorum desem kesinlikle Allah çarpar, o yüzden ahkam kesmeye kalkmayacağım. Tamamiyle gözüme hoş gelme bakış açısıyla sevdiğim bir kaç ressam vardır. Onlardan biri de Adnan Çoker. İlk kez Hürriyet Gazetesi (meşhur HMT) binasının giriş katında bulunan duvar çalışmasını gördüğüm de sevmiştim kendisini. Bir gün zengin olup evime resim de alayım kıvamına gelirsem kesinlikle eserlerinden birini alırım. Siyah zemin üzerine yaptığı geometrik şekillerle kendini ifade eden Adnan Çoker, hem eserleri hem de yaşı itibariyle Türk sanatında soyut akımının babalarından biri.

Adnan Çoker, 1927'de İstanbul'da doğdu. 1951 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitmesinin ardından 1955 yılında devlet bursuyla gittiği Paris'de Andre  Lhote, Henri Goetz ve Hayter atölyelerinde, Salzburg'da Yaz akademisi'nde Emilio Vedova atölyesinde çalışmış.  1961-1966 tarihleri arası "Müzik Eşliğinde Resim Gösterileri" adı altında performanslar gerçekleştiren Çoker, bugüne  30'a yakın kişisel sergi açmış. 24 grup sergisine katılan büyük üstadın, pek çok da ödülü var.

İstanbul Modern ve Maçka Modern'de eserlerini görebileceğiniz ressamın resimlerinden birkaç örnek:



Cumartesi, Ocak 8

Günün Seçkisi #7 : Özlü Söz

An expert is a person who has made all the mistakes that can be made in a very narrow field.

Uzman, kısıtlı bir alanda yapılabilecek tüm hataları yapmış kişiye denir.

Niels Bohr
Nobel Ödüllü Danimarkalı Fizikçi

Cuma, Ocak 7

Günün Seçkisi #6 : Film - Idiocracy

İdiocracy, insanoğlunun giderek salaklaşarak gerçekleştirdiği ters evrimi anlatan güzel bir film. Gelmiş geçmiş en iyi iş hayatı hicivlerinden biri olan "Office Space"in (o da şiddetle tavsiye edilir) yaratıcısı Mike Judge tarafından yönetilen film, 2006 yılında Amerika'da sessiz sedasız gösterime girmiş. Başrollerde Luke Wilson, Maya Rudolph ve Dax Shepard var. Biraz kara mizah biraz bilim kurgu türü denilebilir. Çok ilgi çekmemiş olsa da, Amerikan toplumunu epey eleştiren eğlenceli bir absürd komedi olarak tavsiye edilir.

Film, günümüzden 500 yıl sonra kültürsüzlükten, televizyona bağlı hayattan ve suni yiyeceklerden tamamen aptallaşmış distopik bir toplumu anlatıyor. 21. yüzyılın başında Amerikan ordusu tamamen ortalama kapasite ve zeka düzeyinde bir asker ile bir fahişeyi bir seneliğine dondurur. Proje, o yıl içinde iptal olur ve bizim denekler uyandığında yıl 2505'dir. Uyandıkları dünyada bambaşka bir düzen ortaya çıkmıştır. Akıllı insanlar "akıllı" oldukları için üremediklerinden aptallık tüm dünyayı ele geçirmiştir. Suni içecek ve yiyecekler insanlığın tek besini haline gelmiştir. Herkes o kadar aptal o kadar boştur ki bizim vasat eleman bu yeni dünyanın en zeki insanı olur ve olaylar gelişir... 

Temeli Amerikan toplumdan hareketle kurgulansa da pek çok topluma (Türklere de) uyan iğnelemeler var. Özellikle akıllı insanların az üreyip aptalların çok üremesi üzerine olan bölüm çok iyi. Doğal seleksiyonun salakların lehine gelişimini anlatan işte o bölüm:

Perşembe, Ocak 6

Günün Seçkisi #5 : Kitap - Tembel Ayaklanması


2007 yılında Kanat Atkaya bu kitap hakkında bir yazı yazdığında kesinlikle benlik bir kitap olduğunu anlamıştım. Ama kitaba yakışır bir kişilik olduğumdan üşenip almadım. Sonra bir arkadaşım sağolsun bana hediye etmişti. Tom Hodgkinson tarafından kaleme alınan Tembellik Ayaklanması: Yan Gelip Yatmanın Manifestosu, bugüne kadar kötülenmiş, hor görülmüş, ayıplanmış tembellik kavramının ne kadar ulvi bir olgu olduğunu anlatıyor. Tom Hodgkinson eski çağlardan bu yana kafamızda yer eden, "çalışmak iyidir yan gelip yatmak kötüdür" anlayışını çürütmek için elinden geleni yapmış. İyi ki de yapmış, biz tembellerin değerini anlayan biri ortaya çıkmış.  Gerçi Hodgkinson, tembelliği öven ilk yazar değil. Oscar Wilde ve Charles Baudelaire ile şair John Keats bu akımın ilk öncüleri ama bu alandaki en kapsamlı eser onukisi.Uyumanın güzelliğini, düş kurmanın değerini, molalarının faydasını anlatan Hodgkinson'un bu kitabı, Garfield Guide to Everything'ten sonra bana en çok ilham veren kitap oldu.

Kitap, özünde tembelliğe bir övgü olsa da çalışmaya değil, çalışkan görünmek uğruna dinip durmaya, kendi için değil başkaları için üretmeye karşı. Kitabın ana fikri "insan, gündelik yaşamla düşlerini bir arada tutabilir". Beni de ana fikrim aslında. Ama ne zaman kendimi tembel diye tanımlamasam, "hayır sen tembel değil çalışkansın, onca şeye yetişiyorsun" diyen bir sürü  insan var etrafımda. Ben de tekrarlıyorum hayatımı tembellik üzerine kurgulayarak tembellik yapmak için çalışıyorum. Tembel yaşamımı, gündüz hayallerimi sürdürürek de yapmam gerekenleri yapabiliyorum.

Çarşamba, Ocak 5

Günün Seçkisi #4 : Şanssız İnsan - Roy Sullivan

Hayat bazen insana çekilmez gelir ve ben çok şanssızım diye isyan edilir ya... Dememek lazım öyle. Gelin bir de bu adamcağıza bakın. Roy Sullivan, kendi isteği dışında tarih ve rekorlar kitabına geçmiş bahtsız bir kişilik. Tarihe geçmesini ise bir başarısına değil, şanssızlığına borçlu. Roy Sullivan'a 35 yıllık bir süreçte tam 7 kez yıldırım çarpmış. İlk kez 1942 yılında gözetleme kulesi tepesindeyken yıldırımla tanışan Sullivan, Virginia'da yaşayan kendi halinde bir ulusal park korucusuymuş. Daha sonralar farklı noktalarda paratoner görevi görmeyi sürdüren Sullivan, yıldırımlardan birine de karısıyla yakalanmış. Yıldırımlar yetmiyormuş gibi kadın dırdırı da bitirmiştir adamı. Son yıldırım çarpmasında, bulutların kendisini takip ettiğini ve onlardan kaçarken çarpıldığını iddia eden Sullivan'ın, Looney Tunes karakterlerinden Coyote ve Sam kafasını yakalamış olduğunu tahmin etmek çok zor değil.

İstatistiklere göre bir insana yıldırım çarpması olasılığı 3 binde 1 iken bu adam 7 defa bu olaya maruz kalmış. Yıldırım çarpmasından sağ kurtulmanın da düşük bir olasılık olduğunu düşünürsek, katrilyonda bir görülebilecek bir olasılıktan bahsediyoruz.  Yıldırım çarpmış bir insan tanıdığım ve çarpmanın da kurtulmanın da ne kadar zor olduğunu bildiğim için Roy Sullivan amcaya pek üzüldüm. En üzücüsü de paratoner amca Sullivan, bu kadar hırpalanmaya dayanmış ama sonunda 1983 yılında bir kadın yüzünden intihar etmiş. İnsanoğlu işte! Nelerden kurtulur, nelere kafayı takar. Demek ki neymiş şanssızlık öyle herkese nasip olan bir şey değilmiş. Halimize şükredelimmiş.

Salı, Ocak 4

Günün Seçkisi #3 : Hobi - Puzzle

Günün şeçkisi bir hobi bu sefer. Son zamanlardaki hobim ise Dünya haritası puzzle'ı. Türkçe kelimeler kullanmaya özen gösteririm ama şu olaya yapboz demek istemiyorum. Şunu bitirdikten sonra bozanı ancak döverim. O yüzden benimki puzzle ya da sadece yap. 1000 parçalık deli işi bir eser. Hem eğlendiriyor hem öğretiyor diye klişeleri girmek istemiyorum ama insanın kafasını bu kadar güzel meşgul eden, bu kadar dinlendiren bir şey olamaz. Terapi gibi... Sabır neymiş bundan öğrendim. Yapımında epey yol aldım, Rusya, Çin, Kanada, Amerika gibi "dünya devlerini" bitirdim. Küçükleri de bir şekilde yapacağım ama şu an endişem, bu okyanusların, bu denizlerin nasıl aşılacağı. Piri Reis haritasını 4 yılda bitirmiş, Kolomb 4 seferde çıkarmış Amerika'nın haritasını... Bakalım benimki 4 ayda biterse ne ala...insanlık için etkisiz benim için büyük bir adım olur.

Eskilerden bir yazı: Umut ve Korku Kardeşler


Not: Dolaptan eski bir yazıyı çıkardım. 2009'u 2010'a bağlayan günlerde yazmıştım. Şimdi yeniden fırına vereyim.

Sonbahar geldi, geçiyor ve bir takvim yılı daha bitiyor. Kimileri mutlu oldu, kimlerinin kalbi kırıldı. Kalbi kırılan bunca insan bir sonraki seneye yeni umutlarla giriyor. Aslında bir umut biterken yeni bir umutla yeni bir sayfa açıyor insan her seferinde. Beni tanıyanlar bilir, pek felsefik ve duygusal bir insan değilimdir. Ama insan evde ve yalnız kalınca ya filozof da oluyor ya da deli. Henüz hayatın anlamını bulamadım ama insan hayatını bir noktadan diğerine sürükleyenin iki duygudan ibaret olduğunu, umut ve korku kardeşlerin insan davranışlarını ne denli etkilediğini fark ettim.

Hayatı genellemelere indirmek pek sevdiğim bir şey değil. Bence hayat Beşiktaşlılar haricinde kimse için tam olarak siyah veya beyaz değil. Aralarda çok fazla gri var. Çoğunluk bu grinin tonları arasında seyahat ederiyor. İşte mutluluğu beyaza, mutsuzluğu siyaha koyarsak aradaki buğulu gri ortamı yaratan umut ve korku duygularıdır.

Pazartesi, Ocak 3

Günün Seçkisi #2 : Şarkı - Down By the Water, The Decemberists

Indiegillerin Folk müzik kolunda çıkan grup the Decemberists yeni albümü The King is Dead'i yeni yıl itibariyle piyasaya sürüyor. Colin Meroy, Chris Funk, Jenny Conlee, Nate Query, John Moen'dan kurulu Portland'lı grubu "Los Angeles, I'm Yours", "The Rake's Song", "On the Bus Mall" gibi şarkılarıyla sevmiştim. Belle and Sebastian ve REM tadını yakaladığımız grubun 5. albümünün ilk çıkış parçası "Down by the Water" bugüne kadar en beğendiğim şarkıları oldu. 

Down by the Water -The Decemberists, günün seçkisinde günün şarkısı olsun.

Pazar, Ocak 2

Günün Seçkisi #1 : Sergi - Batılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları

Yeni yılın ilk Pazar gününü ailece kültürel birşeyler yapmaya adadık ve günümüzü İstanbul Modern'de geçirdik. Geçen sene sevgili arkadaşım Başak'ın bana doğumgünü hediyesi olarak aldığı "Murat Belge ile yalı turunda" İstanbul'daki yalıların bir çoğunun Ermeni mimarlar tarafından inşa edildiğini, özellikle de Balyan ailesinin İstanbul'un siluetine yaptığı müthiş katkıyı öğrenmiştim. Bu yüzden  "Batılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları"; sergisini duyar duymaz koştum. Sergide, İstanbul’da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapılan tarihi 100 binanın fotoğrafları var. İstanbul'da aklınıza gelebilecek tarihi eserlerin, güzel binaları, sarayların mimarları hep Ermeni mimarlar. Unutmamak için hangi binayı kim inşa etmiş kaydettim. Bu sergi yarın bitiyor ama İstiklal Caddesi'nde "Batılaşan İstanbul’un Rum Mimarları" sergisi var.


Balyan ailesi: 

Garabed Amira Balyan: Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe Camii, Harbiye Mektebi, Kuleli Askeri Lisesi, Valide Bendi (Belgrad Ormanı), II. Mahmud Türbesi, Üç Horan Kilisesi (Galatasaray)


                                                 Kuleli Askeri Lisesi

Krikor Amira Balyan: Selimiye Kışlası, Valide Sultan Sarayı, Nusretiye Camiisi (Tophane), Darphane-i Amire.
Sarkis Balyan: Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı (Babası Garabet Amira Balyan ile birlikte), Akaretler, Harbiye Nezareti (İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası), Maçka Karakolhanesi (İTÜ İşletme Fakültesi), Maçka Silahhanesi (İTÜ Yabancı Diller Yüksekokulu, Yıldız Sarayı, Malta Köşkü.
Nigoğos Balyan: Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu ve Saltanat Kapısı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı

Diğer Ermeni mimarlar: 
Hovsep Aznavur: Cibali Tütün Fabrikası (Kadir Has Üniversitesi),Sansaryan Han (Sirkeci),Mısır Apartmanı (Beyoğlu), Sveti Stefan Bulgar Kilisesi (Fener)
Kegam Kavafyan: Süreyya Operası

                                                       Süreyya Operası
Aram ve İsak Karakas: Ferah Apartmanı (Beyoğlu), Ragıp Paşa Apartmanı (Beyoğlu)
Andon Kazasyan: Azaryan Yalısı (Sadberk Hanım Müzesi)
Garabed Devletyan: Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Kumkapı)
Sarkis Taşçıyan: Anadolu Han (Eminönü)