Pazartesi, Ocak 31

Cumartesi, Ocak 29

Günün Seçkisi #17 : Oyun - The Sims

Simulasyon oyunlarının en bilineni, en sevileni The Sims'tir şüphesiz. EA Games tarafından ilki 2000 yılında çıkan oyun 2009 yılında çıkan son versiyonu The Sims 3 ile hayranlarını gerçek hayattan iyice kopardı. Erkek çocuklarının ömrünü tüketen Championship/ Football Manager kadar olmasa da The Sims de epey insanı gerçek hayatta koparmıştır. The Sims'in kadınlara daha çok çocuk kalan  kadınlara yönelik olduğunu düşünüyorum. Çocukluğunu Barbie bebek oynayarak hayatını da erkeğini şekillendirmeye uğraşararak geçiren kadınlar için The Sims ideal bir platform.

Benim de uzun süre hayatımı meşgul eden The Sims'te kısaca yaşamak istediğiniz hayatı yaşıyorsunuz. Bir Sims'iniz oluyor onu okutuyor, besliyor, çalıştırıyor, büyütüyorsunuz. Kariyer manyakları tabii ki kariyer peşinde koşup CEO, Mucit, Super Star veya MVP olabiliyor.Kimisi de çoluk çocuğa karışıp 5., 6. kuşak Simsleri ile uğraşabiliyor. Oyundaki çoğu şey gerçek hayattaki gibi. Karşınıza çıkan seçimleri şansları iyi değerlendirmeniz, bazı şeylerden feragat etmeniz gerekiyor. Birebir hayat simulasyonu olmasının yanı sıra sıkıntıdan patladığınızda gelen social bunny, eve ölen simsinizin hayaleti, adam kaçıran uzaylılar gibi sürreal unsurlar da var. Dikkat edilmesi gereken nokta kesinlikle bağımlılık yapıyor ve insanı hayattan koparabiliyor. En yakın arkadaşım Gizem'le bir sene "Jibujuş babaaa" diye Simsçe konuştuğumuzu bilirim. Oyuna eklenen Late Night, Ambitions gibi ekleri ile hayatınıza renk katabilirsiniz. Bunalıma falan girerseniz eğer ilaç niyetine Sims'i tavsiye ederim.

Cuma, Ocak 28

Günün Seçkisi #16 : Seçme Sistemi - Taş Kağıt Makas Yeni Versiyon

Yılların taş kağı makasını günün seçkisine koymamın nedeni Bing Bang Theory'de ruh hastası Sheldon tarafından uygulandığını gördüğüm yeni versiyonu. Aslında Wikipedia'nın söylediğine göre o da yeni değil. Geç keşfettiğim bir sürü şey gibi buna da yeni vakıf olmuşum. Taş kağıt makas sisteminin yeni versiyonda iki ek var. Lizard (Kertenkele) ve Spock. Lizard  elin gölge oyunundaki gibi ağız veya gaga biçiminde tutulması, Spock ise bildiğimiz Mr. Spock'un Vulcan selamı. Bu seçme sistemi (isterseniz oyun deyin) Sam Kass tarafından icat edilmiş. Kim olduğunu bilmiyorum. Kendisi pek işi gücü olmayan sıyırmış bir yazılım mühendisi (Obama'nın aşçısının da ismi Sam Kass ama o bu değil) ve bu konuya özel bir web sitesi var. Dizide sistemin izinsiz yer alması nedeniyle de kızmış epey.

2005 yılında konuyla ilgili  bir makale The Time'da yayınlanmış. (Anlaşılan onların da işi yok) Konu hakkında wikipedik bilgiler verdikten sonra sistemi anlatayım. Orijinal sistemde kağıt taşı sarar, taş makası kırar, makas kağıdı keser. Bu versiyonda ise her hareket iki hareket tarafından yenilebiliyor ve iki harekete üstünlük sağlıyor. Olay şöyle:
  • Kertenkele kağıdı yer
  • Kertenkele Spock'u zehirler
  • Spock taşı buharlaştırır
  • Spock makası kırar
  • Makas kertenkelenin boyunu keser
  • Makas kağıdı keser
  • Kağıt Spock'u çürütür
  • Kağıt taşı sarar
  • Taş makası kırar
  • Taş kertenkeleyi ezer
Konuyu şemayla da anlatıp, nerd dünyasında sağlam bir yerim olduğunu gösterip çekileyim :)




Salı, Ocak 25

Günün Seçkisi #15 : Kısa Animasyon - Logorama

Cannes ve Sundance film festivallerinde gösterilmiş, 2010 yılında kısa animasyon dalında Oscar almış bir bir şaheser paylaşacağım bugün. Massive Attack kliplerinden tanıdığımız  H5 ekibinden François Alaux, Hervé de Crécy, Ludovic Houplain yönettiği Logorama sadece ürünlerin değil takım, kuruluş, albüm gibi hayatımızda yer alan pek çok şeyin logolarından oluşan bir dünyada geçiyor. Psikopat Ronald McDonald ve Michelin adamların başrollerindeki aksiyon dolu animasyonun seslendirmelerinde ünlü isimler de var. Original Pringles adamın seslendirmesi David Fincher'a ait. Amacı olmasa da film, sanal reklam uygulamasına yönelik nefis bir ders niteliğinde. Çok yaratıcı detayları olan eğlenceli bir film...izlenesi :)

Pazartesi, Ocak 24

Günün Seçkisi #14 : Şehir - Colmar, Fransa

Aslında burada bizzat gidip gördüğüm yerleri yazmayı planlıyorum ama gitmek istediğim yerleri de yazsam fena olmaz sanki. Dünyanın gittiğim yerler için en beğendiğim yer kesinlikle Paris'tir. Ama ne yazık ki Fransa'da Paris'ten başka şehir görmüşlüğüm yok. Normandiya bölgesinde ve Fransa'nın güneyine görmek istediğim pek çok yer var. Günün seçkisindeki Colmar ise Fransa'nın kuzeydoğusunda yer alıyor. Özgürlük heykelini yapan heykeltraş Frédéric Bartholdi'nin şehri, Colmar adeta bir masal şehri. Bartholdi'nin pek çok heykelinin olduğu şehir, köprüleri, tipik evleriyle Disney çizgi filmlerini andırıyor. Dünyaca ünlü Alsace şarap yolunun üzerinde bulunan  Colmar için Alsace şaraplarının başkenti de deniliyor. Şehir, Fransa'nın ikinci en kuru şehri olduğu için şarap üretimi için çok elverişli bir bölgede bulunuyor.

Küçük olmasına rağmen müzeleri, heykelleri, kilise ve küçük dükkanlarıyla ilgi çekici pek çok yeri barındıyor. Şehrin içindeki gezinip kendi masalınızın hayalini kurmak için bile gidilip görülebilir.  Hangi mevsimde gitmek daha iyidir bilmiyorum baharı da kışı da çok etkileyici sanki. Fotoğraflarından görüp çok etkilendiğim ve birazcık Çek Cumhuriyet'indeki Karlovy Vary'e benzettiğim Colmar'ı gidip görmek için bir fırsat yaratmak ve gidip bol bol üzümlerinden!! tüketmek lazım :)




Cumartesi, Ocak 22

Günün Seçkisi #13 : Özlü Söz - Assange vs Zuckerberg


"Mark Zuckenberg ile aramdaki fark nedir? Ben kurumların özel bilgilerini size ücretsiz veriyorum ve hainim. Zuckenberg ise, sizin özel bilgilerinizi kurumlara parayla satıyor ve o Yılın Adamı."

Julian Assange

Çarşamba, Ocak 19

Günün Seçkisi #12 : Bilim Kurgu - Star Wars Haritası

Star Wars (Yıldız Savaşları) serisi sinema tarihinin en büyük fenomenidir. George Lucas'ın 1977'de başlattığı Star Wars (ilk filmin daha sonraları adına New Hope eklenir) geleceğin sinema dünyasını şekilendirmiştir. George Lucas'ın bizzat kendi yazdığı kitaplardan yola çıkan serinin hayranı çoktur, bi haber olan da vardır (onları insandan saymıyoruz :)) Sevenleri Star Wars'a gönülden bağlıdır. Dizilere, filmlere konu olmuştur fanatikler. Öyle ki Jedi dinine mensup olduğunu iddia eden bir sürü insan var gezegenimizde. İlk üçlemede bedenini David Prowse'un oynayıp James Earl Jones'un sesini verdiği Darth Vader öyle bir fenomendir ki belki de kostümü en çok satılan kahramandır. Ama bazı şeyler var ki pek çok Star Wars fanatiğinin bilgi düzeyini zorlar. 

Luke Skywlaker'ın iki güneşli gezegen Tatooine'den geldiğini, Chewbacca'nın Kashyyyk gezegeninden olduğunu Dart Vader'in ilk filmin sonunda patlattığı ölüm gezegenin adının Death Star olduğunu çoğu insan bilir. İleri düzey Star Warsçılar Coruscant, Endor, Naboo, Alderaan, Geonosis gezegenlerini hatta ötesini de sayarlar. Ama nereye kadar. Lucas'ın yarattığı evren öyle geniş ki en wiki Star Warsçı bile bir noktada pes eder. NASA bırakın samanyolunu güneş sistemindeki gezegenlerin çetelesini tutamayadursun (Ne oldu Pluton'a?) Dark Horse ve Lucas Film'deki kafayı sıyırmış arkadaşlar Lucas'ın evreninin haritasını hatta atlasını çıkarmışlar.

Haritanın detaylarını görmek için üzerine tıklayın


Pazartesi, Ocak 17

Günün Seçkisi #11 : Şarkı - Old Yellow Bricks, Arctic Monkeys

Love Machine desem, Curtain Close desem ya da I Bet You Look Good On The Dance Floor desem... kutuplardaki maymunlara ulaşır mıyız birlikte?

Yurt dışında bir festivale gidip dinleme ihtimali kovaladığım grupların başında geliyor Arctic Monkeys. Bu sene şenlendirecekleri kesin olan festival, Foo Fighters ve Black Eyed Peas ile birlikte sahne alacakları İrlanda'daki Oxegen festivali. 2002'de kurulan Arctic Monkeys vokalde Alex Turner ve arkadaşları Nick O'Malley, Jamie Cook, Matt Helders'tan  oluşuyor. The Strokes'tan etkilenen grubu ben etkinlendikleri gurplardan daha çok seviyorum. Grubun 3 stüdyo albümü var.  2011 yılında da bir albüm çıkarmayı planlıyorlarmış. Her şarkılarına bayılmasam da iyi bulduğum epey şarkıları var. En sevdiğim şarkıları günün seçkisi Old Yellow Bricks ise  ikinci albümleri Favourite Worst Nightmare 'den.

Klip çekilmemiş şarkılardan biri olduğu, Grooveshark ve Fizy'nin her bünyede çalışmamasından dolayı bu hayran videosunu paylaşayım.



Pazar, Ocak 16

Günün Seçkisi #10 : İkon - Lady Gaga

Paris Hilton, 2000'li yıllar için "Her 10 yılın Marilyn Monroe ve Prenses Diana gibi ikonlaşmış sarışınları vardır. Bu döneminki benim" demişti. Bayağılığın, kültürsüzlüğün zirve yaptığı yıllarda hiç bir özelliği olmayan hatta birinin karısı olma (bkz. Victoria Beckham) özelliği bile olmayan Paris Hilton, bir nevi ikon oldu ne yazık ki. 2000'li yılların ilk kısmı için durum böyle iken sonuna doğru farklı bir ikon çıktı meydana. Lady Gaga. İstediğiniz şekilde tanımlayın; kışkırtıcı, çılgın, güzel, çirkin, vahşi, yapmacık, samimi, deli, çakma Madonna, Yeni Madonna, iğrenç, pornografik, cesur, gereksiz vs vs... Ama bir ikon olmaya hızla eriştiğini kabul etmek lazım.

28 Mart 1986 yılında New York'ta dünyaya gelen Stefani Joanne Angelina Germanotta yani Lady Gaga, 2008 yılında beri hayatımızda. 2 yıldır her gün şarkılarına, kendisine, fotoğraflarına ve yaptıklarına maruz kalıyoruz. Bu kadar tantanayı sadece bir albüm ile çıkarmasına bakarak bile kendisini başarılı sayabiliriz. Müziğini seversiniz sevmezsiniz ayrı ama, ilk albümü The Fame ve yarattığı imaj (90'ların önemli bir konseptiydi imaj) müthiş bir pazarlama başarısıdır. Benim de ilgilendiğim kısmı müziğinden çok, elde ettiği pazarlama başarısı. Olay olsun diye yaptığı her şey olay olan bu kız, farklı olmayı sattırıyor. Bugüne kadar tonla ödül kazanan, Forbes'un dünyanın en güçlü 100 insanı listesinde 7. sırada yer alan Lady Gaga, 2000'lerin bundan sonraki 10 yılının pazarlama stratejisininin ipuçlarını veriyor. İstanbul'daki Pazarlama Zirvesi'ninde konuşan Peter Fisk (Pazarlama Dehası kitabının yazarı) sunumunu Lady Gaga'dan Gugganheim'a uzanan değişen pazarlama felsefesi üzerine kurmuştu. Yeni Pazarlama Sanatı başlıklı sunumunun ana fikri "Lady Gaga'dan ne öğrendik"ti.



Tıpki Gugganheim müzesi gibi Lady Gaga da sanatın nefret ettirirken sevdiren, kışkırtırken ilham verdiren tarafını temsil ediyor. Lady Gaga'nın yaptığı aslında  farklı, ilintili ve olağandışı olmak (Different + relevant + extraordinary) ve bunu paraya çevirmek.  İçinde bulunduğumuz dönemin ana felsefesi "anlam konuşur, para yürür" ü en iyi anlayan ve bundan kendine bir yol çizmeyi en iyi başaran kişi Lady Gaga.  Buradan çıkarak yarattığı pazarlama felsefesi ise "Don't sell, enable me, amaze me" (Satma, olanak ver ve etkile) pek çok markayı etkileyecek bir strateji olacak. Şu ana kadar stratejisi çok başarılı olan Lady Gaga'nın esas başarısı ise Madonna gibi her döneme ayak uydurup, asla eskimeyecek bir efsane olabilirse ortaya çıkacak.

Son olarak markalar için Lady Gaga'lık kılavuzu: Be Bold, Be Brave, Be Brilliant! (Cesaret göster, Cesur ol,  Göz Alıcı ol.)

Perşembe, Ocak 13

Günün Seçkisi #9 : Müzikal - Wicked

Orijinal adı Wicked The Witch of West olan Lanetli Batının Kötü Cadısı romanı 1996 yılında Gregory Maguire tarafından yazıldı. Oz Büyücüsü'nün bilinmeyen hikayesini anlatan bu roman, 2003 yılında ismi kısaltılarak Wicked adıyla Stephen Schwartz ve Winnie Holzman tarafından müzikal olarak Brodway'e uyarlandı. Şu anda Broadway ve Londra başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde gösterilmiş ve tarihte en fazla sahnelenmiş 17. Broadway şovu. (İlki tabii ki Phantom of the Opera). Şimdiden uyarayım Tolkien sevmiyorsanız, Narnia Günlüklerini, Harry Potter'ı gereksiz buluyorsanız, kısaca fantastik türünden hoşlanmıyorsanız Wicked'ı izlemeyin. Müsamere der sinirimi bozarsınız.
 

Wicked  bilinen müzikal oyuncuları dışında hiç ünlü oyuncu kullanmadan tanıtımı çok iyi yapılan, bu yüzden de pek çok kez haftalık seyirci rekorunu kırmayı başarmış, Tony ve Laurance Oliver ödüllerini almış bir müzikal. Müzikalin müzikleri kadar dekorları da çok güzel, salona girer girmez sizi bir ejdarha kaşılıyor. Sonrası ise bir müzikal şölen.

Londra Victoria sahnesinde izlediğim Wicked
Wicked, Oz Büyücüsü'nde bahsedilen kötü cadının anlatılmamış hikayesini anlatıyor. Yeşil cadı Elphaba ve arkadaşı Glinda'nın gençlik yıllarında geçer. Kitapta, yeşil olarak dünyaya gelen kötü cadı Elphaba'nın aslında iyi olup olmadığı sorgulanır, müzikalde ise Elphaba iyi cadıdır. Yaşadığı trajedi onu kötü yapmıştır.

Broadway'de ilk olarak 2003 yılında sergilenen orijinal Wicked'da, Elphaba'yı ünlü müzikal yıldızı Idina Menzel canlandırıyordu. Benim izlediğim Londra versiyonunda ise Elphaba Kerry Ellis'ti. Idina Menzel'i de çok severim ama Kerry Ellis, hayatımda canlı olarak dinlediğim en iyi, en etkili sese sahip sanatçı. Daha sonra Wicked şarkılarının rock versiyonu ile bir albüm çıkaran Kerry Ellis, her faninin bir kez canlı dinlemesi gereken bir isim.

Londra'da izleme fırsatı bulduğum Wicked'tan o kadar çok etkilenmiştim ki eve döner dönmez bütün şarkıları, bütün sahneleri neredeyse ezberledim. Şovun en muhteşem parçası belki de müzikal tarihinin en iyi şarkılarından biri olan Defying Gravity. Şovun en iyileri diye ayrım yaparken içim cız ediyor ama yine de söyleyeyim, The Wizard and I, As Long as You Love Me, For Good, No Good Deed, I'm Not That Girl diğer müthiş parçalar.

Son olarak müzikalin en iyi parçasını paylaşayım. Defying Gravity, tabii ki Kerry Ellis yorumuyla...

Günün Seçkisi #8 : Ressam - Adnan Çoker

4 günlük aradan sonra günün seçkisine kaldığımız yerden devam edelim. Bugün konumuz resim. Yurtdışında müze müze gezerim, sergilere de nadiren giderim ama resimden anlıyorum desem kesinlikle Allah çarpar, o yüzden ahkam kesmeye kalkmayacağım. Tamamiyle gözüme hoş gelme bakış açısıyla sevdiğim bir kaç ressam vardır. Onlardan biri de Adnan Çoker. İlk kez Hürriyet Gazetesi (meşhur HMT) binasının giriş katında bulunan duvar çalışmasını gördüğüm de sevmiştim kendisini. Bir gün zengin olup evime resim de alayım kıvamına gelirsem kesinlikle eserlerinden birini alırım. Siyah zemin üzerine yaptığı geometrik şekillerle kendini ifade eden Adnan Çoker, hem eserleri hem de yaşı itibariyle Türk sanatında soyut akımının babalarından biri.

Adnan Çoker, 1927'de İstanbul'da doğdu. 1951 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitmesinin ardından 1955 yılında devlet bursuyla gittiği Paris'de Andre  Lhote, Henri Goetz ve Hayter atölyelerinde, Salzburg'da Yaz akademisi'nde Emilio Vedova atölyesinde çalışmış.  1961-1966 tarihleri arası "Müzik Eşliğinde Resim Gösterileri" adı altında performanslar gerçekleştiren Çoker, bugüne  30'a yakın kişisel sergi açmış. 24 grup sergisine katılan büyük üstadın, pek çok da ödülü var.

İstanbul Modern ve Maçka Modern'de eserlerini görebileceğiniz ressamın resimlerinden birkaç örnek:



Cumartesi, Ocak 8

Günün Seçkisi #7 : Özlü Söz

An expert is a person who has made all the mistakes that can be made in a very narrow field.

Uzman, kısıtlı bir alanda yapılabilecek tüm hataları yapmış kişiye denir.

Niels Bohr
Nobel Ödüllü Danimarkalı Fizikçi

Cuma, Ocak 7

Günün Seçkisi #6 : Film - Idiocracy

İdiocracy, insanoğlunun giderek salaklaşarak gerçekleştirdiği ters evrimi anlatan güzel bir film. Gelmiş geçmiş en iyi iş hayatı hicivlerinden biri olan "Office Space"in (o da şiddetle tavsiye edilir) yaratıcısı Mike Judge tarafından yönetilen film, 2006 yılında Amerika'da sessiz sedasız gösterime girmiş. Başrollerde Luke Wilson, Maya Rudolph ve Dax Shepard var. Biraz kara mizah biraz bilim kurgu türü denilebilir. Çok ilgi çekmemiş olsa da, Amerikan toplumunu epey eleştiren eğlenceli bir absürd komedi olarak tavsiye edilir.

Film, günümüzden 500 yıl sonra kültürsüzlükten, televizyona bağlı hayattan ve suni yiyeceklerden tamamen aptallaşmış distopik bir toplumu anlatıyor. 21. yüzyılın başında Amerikan ordusu tamamen ortalama kapasite ve zeka düzeyinde bir asker ile bir fahişeyi bir seneliğine dondurur. Proje, o yıl içinde iptal olur ve bizim denekler uyandığında yıl 2505'dir. Uyandıkları dünyada bambaşka bir düzen ortaya çıkmıştır. Akıllı insanlar "akıllı" oldukları için üremediklerinden aptallık tüm dünyayı ele geçirmiştir. Suni içecek ve yiyecekler insanlığın tek besini haline gelmiştir. Herkes o kadar aptal o kadar boştur ki bizim vasat eleman bu yeni dünyanın en zeki insanı olur ve olaylar gelişir... 

Temeli Amerikan toplumdan hareketle kurgulansa da pek çok topluma (Türklere de) uyan iğnelemeler var. Özellikle akıllı insanların az üreyip aptalların çok üremesi üzerine olan bölüm çok iyi. Doğal seleksiyonun salakların lehine gelişimini anlatan işte o bölüm:

Perşembe, Ocak 6

Günün Seçkisi #5 : Kitap - Tembel Ayaklanması


2007 yılında Kanat Atkaya bu kitap hakkında bir yazı yazdığında kesinlikle benlik bir kitap olduğunu anlamıştım. Ama kitaba yakışır bir kişilik olduğumdan üşenip almadım. Sonra bir arkadaşım sağolsun bana hediye etmişti. Tom Hodgkinson tarafından kaleme alınan Tembellik Ayaklanması: Yan Gelip Yatmanın Manifestosu, bugüne kadar kötülenmiş, hor görülmüş, ayıplanmış tembellik kavramının ne kadar ulvi bir olgu olduğunu anlatıyor. Tom Hodgkinson eski çağlardan bu yana kafamızda yer eden, "çalışmak iyidir yan gelip yatmak kötüdür" anlayışını çürütmek için elinden geleni yapmış. İyi ki de yapmış, biz tembellerin değerini anlayan biri ortaya çıkmış.  Gerçi Hodgkinson, tembelliği öven ilk yazar değil. Oscar Wilde ve Charles Baudelaire ile şair John Keats bu akımın ilk öncüleri ama bu alandaki en kapsamlı eser onukisi.Uyumanın güzelliğini, düş kurmanın değerini, molalarının faydasını anlatan Hodgkinson'un bu kitabı, Garfield Guide to Everything'ten sonra bana en çok ilham veren kitap oldu.

Kitap, özünde tembelliğe bir övgü olsa da çalışmaya değil, çalışkan görünmek uğruna dinip durmaya, kendi için değil başkaları için üretmeye karşı. Kitabın ana fikri "insan, gündelik yaşamla düşlerini bir arada tutabilir". Beni de ana fikrim aslında. Ama ne zaman kendimi tembel diye tanımlamasam, "hayır sen tembel değil çalışkansın, onca şeye yetişiyorsun" diyen bir sürü  insan var etrafımda. Ben de tekrarlıyorum hayatımı tembellik üzerine kurgulayarak tembellik yapmak için çalışıyorum. Tembel yaşamımı, gündüz hayallerimi sürdürürek de yapmam gerekenleri yapabiliyorum.

Çarşamba, Ocak 5

Günün Seçkisi #4 : Şanssız İnsan - Roy Sullivan

Hayat bazen insana çekilmez gelir ve ben çok şanssızım diye isyan edilir ya... Dememek lazım öyle. Gelin bir de bu adamcağıza bakın. Roy Sullivan, kendi isteği dışında tarih ve rekorlar kitabına geçmiş bahtsız bir kişilik. Tarihe geçmesini ise bir başarısına değil, şanssızlığına borçlu. Roy Sullivan'a 35 yıllık bir süreçte tam 7 kez yıldırım çarpmış. İlk kez 1942 yılında gözetleme kulesi tepesindeyken yıldırımla tanışan Sullivan, Virginia'da yaşayan kendi halinde bir ulusal park korucusuymuş. Daha sonralar farklı noktalarda paratoner görevi görmeyi sürdüren Sullivan, yıldırımlardan birine de karısıyla yakalanmış. Yıldırımlar yetmiyormuş gibi kadın dırdırı da bitirmiştir adamı. Son yıldırım çarpmasında, bulutların kendisini takip ettiğini ve onlardan kaçarken çarpıldığını iddia eden Sullivan'ın, Looney Tunes karakterlerinden Coyote ve Sam kafasını yakalamış olduğunu tahmin etmek çok zor değil.

İstatistiklere göre bir insana yıldırım çarpması olasılığı 3 binde 1 iken bu adam 7 defa bu olaya maruz kalmış. Yıldırım çarpmasından sağ kurtulmanın da düşük bir olasılık olduğunu düşünürsek, katrilyonda bir görülebilecek bir olasılıktan bahsediyoruz.  Yıldırım çarpmış bir insan tanıdığım ve çarpmanın da kurtulmanın da ne kadar zor olduğunu bildiğim için Roy Sullivan amcaya pek üzüldüm. En üzücüsü de paratoner amca Sullivan, bu kadar hırpalanmaya dayanmış ama sonunda 1983 yılında bir kadın yüzünden intihar etmiş. İnsanoğlu işte! Nelerden kurtulur, nelere kafayı takar. Demek ki neymiş şanssızlık öyle herkese nasip olan bir şey değilmiş. Halimize şükredelimmiş.

Salı, Ocak 4

Günün Seçkisi #3 : Hobi - Puzzle

Günün şeçkisi bir hobi bu sefer. Son zamanlardaki hobim ise Dünya haritası puzzle'ı. Türkçe kelimeler kullanmaya özen gösteririm ama şu olaya yapboz demek istemiyorum. Şunu bitirdikten sonra bozanı ancak döverim. O yüzden benimki puzzle ya da sadece yap. 1000 parçalık deli işi bir eser. Hem eğlendiriyor hem öğretiyor diye klişeleri girmek istemiyorum ama insanın kafasını bu kadar güzel meşgul eden, bu kadar dinlendiren bir şey olamaz. Terapi gibi... Sabır neymiş bundan öğrendim. Yapımında epey yol aldım, Rusya, Çin, Kanada, Amerika gibi "dünya devlerini" bitirdim. Küçükleri de bir şekilde yapacağım ama şu an endişem, bu okyanusların, bu denizlerin nasıl aşılacağı. Piri Reis haritasını 4 yılda bitirmiş, Kolomb 4 seferde çıkarmış Amerika'nın haritasını... Bakalım benimki 4 ayda biterse ne ala...insanlık için etkisiz benim için büyük bir adım olur.

Eskilerden bir yazı: Umut ve Korku Kardeşler


Not: Dolaptan eski bir yazıyı çıkardım. 2009'u 2010'a bağlayan günlerde yazmıştım. Şimdi yeniden fırına vereyim.

Sonbahar geldi, geçiyor ve bir takvim yılı daha bitiyor. Kimileri mutlu oldu, kimlerinin kalbi kırıldı. Kalbi kırılan bunca insan bir sonraki seneye yeni umutlarla giriyor. Aslında bir umut biterken yeni bir umutla yeni bir sayfa açıyor insan her seferinde. Beni tanıyanlar bilir, pek felsefik ve duygusal bir insan değilimdir. Ama insan evde ve yalnız kalınca ya filozof da oluyor ya da deli. Henüz hayatın anlamını bulamadım ama insan hayatını bir noktadan diğerine sürükleyenin iki duygudan ibaret olduğunu, umut ve korku kardeşlerin insan davranışlarını ne denli etkilediğini fark ettim.

Hayatı genellemelere indirmek pek sevdiğim bir şey değil. Bence hayat Beşiktaşlılar haricinde kimse için tam olarak siyah veya beyaz değil. Aralarda çok fazla gri var. Çoğunluk bu grinin tonları arasında seyahat ederiyor. İşte mutluluğu beyaza, mutsuzluğu siyaha koyarsak aradaki buğulu gri ortamı yaratan umut ve korku duygularıdır.

Pazartesi, Ocak 3

Günün Seçkisi #2 : Şarkı - Down By the Water, The Decemberists

Indiegillerin Folk müzik kolunda çıkan grup the Decemberists yeni albümü The King is Dead'i yeni yıl itibariyle piyasaya sürüyor. Colin Meroy, Chris Funk, Jenny Conlee, Nate Query, John Moen'dan kurulu Portland'lı grubu "Los Angeles, I'm Yours", "The Rake's Song", "On the Bus Mall" gibi şarkılarıyla sevmiştim. Belle and Sebastian ve REM tadını yakaladığımız grubun 5. albümünün ilk çıkış parçası "Down by the Water" bugüne kadar en beğendiğim şarkıları oldu. 

Down by the Water -The Decemberists, günün seçkisinde günün şarkısı olsun.

Pazar, Ocak 2

Günün Seçkisi #1 : Sergi - Batılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları

Yeni yılın ilk Pazar gününü ailece kültürel birşeyler yapmaya adadık ve günümüzü İstanbul Modern'de geçirdik. Geçen sene sevgili arkadaşım Başak'ın bana doğumgünü hediyesi olarak aldığı "Murat Belge ile yalı turunda" İstanbul'daki yalıların bir çoğunun Ermeni mimarlar tarafından inşa edildiğini, özellikle de Balyan ailesinin İstanbul'un siluetine yaptığı müthiş katkıyı öğrenmiştim. Bu yüzden  "Batılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları"; sergisini duyar duymaz koştum. Sergide, İstanbul’da yaşayan 40 Ermeni mimar tarafından yapılan tarihi 100 binanın fotoğrafları var. İstanbul'da aklınıza gelebilecek tarihi eserlerin, güzel binaları, sarayların mimarları hep Ermeni mimarlar. Unutmamak için hangi binayı kim inşa etmiş kaydettim. Bu sergi yarın bitiyor ama İstiklal Caddesi'nde "Batılaşan İstanbul’un Rum Mimarları" sergisi var.


Balyan ailesi: 

Garabed Amira Balyan: Dolmabahçe Sarayı, Dolmabahçe Camii, Harbiye Mektebi, Kuleli Askeri Lisesi, Valide Bendi (Belgrad Ormanı), II. Mahmud Türbesi, Üç Horan Kilisesi (Galatasaray)


                                                 Kuleli Askeri Lisesi

Krikor Amira Balyan: Selimiye Kışlası, Valide Sultan Sarayı, Nusretiye Camiisi (Tophane), Darphane-i Amire.
Sarkis Balyan: Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı (Babası Garabet Amira Balyan ile birlikte), Akaretler, Harbiye Nezareti (İstanbul Üniversitesi Rektörlük Binası), Maçka Karakolhanesi (İTÜ İşletme Fakültesi), Maçka Silahhanesi (İTÜ Yabancı Diller Yüksekokulu, Yıldız Sarayı, Malta Köşkü.
Nigoğos Balyan: Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu ve Saltanat Kapısı, Ihlamur Kasrı, Küçüksu Kasrı

Diğer Ermeni mimarlar: 
Hovsep Aznavur: Cibali Tütün Fabrikası (Kadir Has Üniversitesi),Sansaryan Han (Sirkeci),Mısır Apartmanı (Beyoğlu), Sveti Stefan Bulgar Kilisesi (Fener)
Kegam Kavafyan: Süreyya Operası

                                                       Süreyya Operası
Aram ve İsak Karakas: Ferah Apartmanı (Beyoğlu), Ragıp Paşa Apartmanı (Beyoğlu)
Andon Kazasyan: Azaryan Yalısı (Sadberk Hanım Müzesi)
Garabed Devletyan: Surp Asdvadzadzin Kilisesi (Kumkapı)
Sarkis Taşçıyan: Anadolu Han (Eminönü)



Yeniden Müzmin Saksı



Yeni bir takvim yılına girilirken yine çok okunacak, çok gezilecek, çok eğlenilecek, hiçbir şey kafaya takılmayacak gibi prensipleri ardı ardına sıraladık. Yaş ilerledikçe alınıp uyulmayan bir sürü kararın ardından aldığım en önemli karar, tembel olduğumu iyice sindirip kendimle ilgili sınırlı beklentiler içine girmem gerektiği oldu. Bu blog için de fazla bir beklentim yok. Bu blogu 2009 yılında açıp sonra ilgilenmeyip üstüne otlar bağlatmıştım. Madem tembellim, tembelliğimin simgesi olan bu bloga birazcık ilgi gösterebilirim.  %80'inin su değil spor olduğu küçük dünyamın spor dışında kalan zevkler kısmının da bir internet günlüğü olsun istedim. O yüzden beraber çalıştığım insanlarla başlattığımız günün seçkisi oluşumunu buraya taşıyorum. İnsanın çalışma arkadaşlarının sofistike zevkleri olan, çok okuyan çok gezen, güzel yaşayan insanlardan olulmasının verdiği mutluluğu anlatamam. Mail ortamındaki sosyal paylaşım platformumuz "günün seçkisinde" hergün farklı bir güzellik paylaşan dostlarım Koray Abi, Serkan, Zeynep, Selim, Serbülent, Sinancan, Hande ve Deniz'e teşekkürü borç bilirim. İyi ki varsınız.

Benim seçkilerimin bir konsepti yok. Hergün için farklı bir şey paylaşayım istiyorum. Bazı kategoriler tekrarlanabilir ama ne kadar çeşitlilik o kadar zenginlik olur umarım.