Salı, Şubat 22

Günün Seçkisi #26 : Oyuncu - Deniz Özdoğan

Henüz hakkında yazılmış bir wikipedia veya ekşi sözlük makalesi yok. Ama ben şimdi büyük bir gururla adına yazılacak ilk maddeyi yazayım ve  kaynak oluşturayım.

Deniz Özdoğan, 3 Nisan 1982'de İstanbul'da doğdu. Tiyatro sahnesi ile 5 yaşında tanıştı. Önce çocuk tiyatrolarında oynadı. Şehir Tiyatroları’nda pek çok oyunda yer aldı. Orta ve lise öğretimini  İtalyan Lisesi'nde tamamladıktan sonra Roma'ya gitti ve tiyatro okulunda okudu. Üniversiteden sonra hayallerini gerçekleştirmek üzere İtalya'da kalmaya devam etti, önce irili, ufaklı tiyatro topluluklarıyla, kumpanyalarla çeşitli oyunlar sergiledi.  Martı, Hastalık Hastası, Ramallah Evi gibi oyunlarda rol aldı. Piyano çalıyor,dans ediyor, şarkı söylüyor. Tiyatro onun en büyük tutkusu, uykusunda repliğini sayıkladığını bilirim :)14 yaşından beri de profesyonel olarak oyunculuk yapıyor. Büyük çıkışını ise 14 Şubat'ta Roma'daki Eliseo Tiaytrosu'nda sahnelenen Riccardo Scamarcio ile başrollerini paylaştığı Romeo ve Juliet ile yaptı.  İtalyan yönetmen ve oyuncu Andrea Collavino ile evli. Ben kendisini 11 yaşından beri tanıyorum ama umudum  herkes tanıması, herkes yeteneğini izleme ve görme şansına erişmesi.

Onu bir de kendisinden dinlemek için Hürriyet Gazetesi'nden Reha Erus'la yaptığı söyleşiyi buradan paylaşıyorum.Hakkında çıkan diğer yazılar ve söyleşiler de şöyle
Sabah , Radikal , Reset Magazine, Corriera della Sera

İTALYA ONU ALKIŞLIYOR / Hürriyet, 22 Şubat 2011
Şu sıralar Roma, bir Türk tiyatrocuyu avuçları kızarıncaya kadar alkışlıyor. Bu genç yetenek, kapalı gişe oynayan “Romeo ve Juliet”te yakışıklı oyuncu Riccardo Scamarcio ile başrolü paylaşan Deniz Özdoğan’dan başkası değil. İtalyan medyasının göklere çıkardığı Özdoğan’ın yıldızı günden güne daha çok parlıyor.

* Deniz Hanım, neden tiyatroyu seçtiniz?
- Ailemin tek çocuğuyum. Babam opera tutkunudur. Annem hem doktor hem de piyanist. Teyzem de balerin. 4 yaşımdan beri sahnelerdeyim. Şehir Tiyatroları’nda büyüdüm. Dansla başladım, 14 yaşımdan beri de profesyonel olarak oyunculuk yapıyorum. Beni, ailemin sanata düşkünlüğü buralara getirdi. Tabii bir de Neşe Erçetin’in emeği. İtalya maceram, İtalyan Lisesi’nden mezun olduktan sonra başladı. 2002 yılında Roma’ya geldim ve tiyatro okuluna yazıldım. Geliş o geliş...

* Peki “Romeo ve Juliet” projesi nasıl ortaya çıktı?
- Tiyatro okulunu bitirdikten sonra ilk ciddi İtalyanca deneyimimi “Hastalık Hastası” oyununda yaşadım. Sonra kocam Andrea ile tanıştığım “Martı”da rol aldım. Ardından “Ramallah Evi” ile sahneye çıktım. Çok sevdiğim ve saydığım bir yönetmen var; Valerio Binasco. Hani insanın rüyasına girer, “Acaba bir gün onunla çalışabilme şansını yakalayabilecek miyim?” diye... Ben de Valerio Binasco ile çalışma hayalleri kuruyordum. Bu şans sonunda beni buldu. “Peanuts” adlı eserin seçmelerine katıldım. Binasco “Çok yetenekli bir oyuncusun ama bu rol sana göre değil. Zamanı gelince seni büyük ses getirecek bir Shakespeare oyunu için arayacağım” dedi. Tam üç yıl bekledim. Sonunda Binasco’nun Juliet’i oldum.

* “Romeo ve Juliet”, Riccardo Scamarcio’nun ilk tiyatro deneyimi. Nasıl buluyorsunuz oyunculuğunu?
- Riccardo çok azimli bir sanatçı. Yeteneğini biliyor. Onun kemikleşmiş bir hayran kitlesi var. 15 ila 30 yaşlarındakiler tiyatroda mutlaka ilk sıralardaki koltukları işgal ediyorlar! Riccardo günden güne daha da kusursuzlaşıyor. Henüz bu dalda yeni ama sinema alışkanlıklarını geride bırakmasını biliyor. Her geçen gün gözümüzün önünde deneyim kazanıyor, seyirciyle canlı iletişimi algılıyor, böylece biz de daha uyumlu oluyoruz.

* İtalyan tiyatro yazarları ve eleştirmenleri sizi göklere çıkarıyor. Böyle bir başarı elde etmeyi bekliyor muydunuz?

- Samimi olarak söylüyorum, bunun bu kadar kısa zamanda gerçekleşmesini beklemiyordum. Ben gazeteleri okumaya korkarken, bizi televizyonlara çağırıyorlar. Oyun sonrası tiyatrodan çıkarken bizi bekleyen fotoğrafçıları yadırgıyorum. Hele alkışlar ve oyunun 14 Mart’a kadar kapalı gişe oynayacak olması! Bütün bunlar bir rüya gibi geliyor. Çok hoş bir rüya...

* Türkiye’de tekrar sahneye çıkmayı düşünüyor musunuz?

- Evet, düşünüyorum. Tilbe Saran’la projelerimiz var.

* Türkiye’yi özlüyor musunuz?

- Elbette! Ailemi, dostlarımı çok özlüyorum. Yemekleri de öyle. Neyse ki aynı yemekleri burada da pişirebiliyorum. En çok özlediğim şey ise, annemin hastalandığım zamanlardaki o yumuşacık dokunuşu.

* Hiç sinemayı düşündünüz mü?

- Düşünmez olur muyum hiç! Sevgili Ferzan Özpetek’le projelerimiz vardı. Ama ben bir türlü oturma izni alamadığım için gerçekleşmedi. İtalya’da bir sürü bürokratik engelle karşılaştım maalesef. Aslında “Bir Ömür Yetmez” ve “Kutsal Yürek”te oynayacaktım, olmadı. Ama bir şeyler öğreneyim diye beni hep setlere davet etti sağ olsun.

Deniz Özdoğan ve Riccardo Scamarcio'nun Romeo ve Juliet'i


Pazar, Şubat 20

Günün Seçkisi # 25 : Sayılarla Ülkem

Tamam bu bir geyik blogu. Etliye sütlüye karışmadan, gezelim, görelim, eğlenelim tadında şeyler yazıyoruz. Ama gel gör ki hayat öyle değil. Pazar keyfi niyetine gazeteleri, mizah dergilerini önüme topladım. Ve keyfim başladığı gibi bitti. Gün nedeniyle daha light olması gereken Pazar Radikal'inde gözüme ilişen sayılar zaten vahim durumda olduğunu bildiğim ülkemin içler acısı halini gözüme soktu.

Bunları yazıyor olmaktan çok bir çözüm üretemiyor olmak beni kahrediyor. Araştırma ve analiz işinde olanlar bilir. Bir konu hakkında rapor yazarken, sorunları ortaya koyup onları orada öylece başı boş bırakmak büyük günahtır. Sayılar yüzdeler bunu diyor da, peki çözüm ne? Bir şirket veya bir iş dalı hakkında analiz yaparken suni ve hayali çözümler üretmek kolay ama hayat bu kadar acımasız ve bizler de bu kadar pasifize iken bir şeyler yapmak, çözüm üretmek gerçekten zor.

Şimdi sevimsiz bir günün seçkisi ile ülkemden bir kaç sayı vereceğim. Yazdıktan sonra da düşüneceğim ama aklıma Moğollar'ın şarkısından bir şeygelmeyecek yine.

%1400 : Hayır GSYIH artışı değil. Türkiye'de 2002 yılından bu yana töre ve namus cinayetiyle öldürülen kadın sayısı. Sahte ekonomik büyümelerle avunup geliştiğini söyleyen ülkemde hiç uğruna öldürülen kadın sayısı 2002'deki 66'dan 2009'da 953'e çıktı.

%25 : Türkiye'de zehirli atık ürettiği bilinen ama kayıt altında olmayan işletmelerin tüm işletmelere oranı. Buna göre binlerce ton zehirli atığın ne yapıldığı meçhul. Bilinmeyen bir başka şey ise  bu sebepten kanser olan insan sayısı.

3 : Son 3 ayda yanan tarihi eser sayısı. Haydarpaşa Garı yangınının yüreğimizde yarattığı acı geçmeden KIlıç Ali Paşa Camii yanmıştı. Bu haftaysa Beyazıt Camii'nin yanındaki Hünkar Kasrı yandı. Gariptir veya değildir hepsinin ortak özelliği restorasyon ve tadilat sırasında çıkan "dikkatsiz masum" yangınlar olması.

Bir tane de ben ekleyeyim:
631 : İstanbul'un en büyük Opera ve Tiyatro sahnesi AKM'nin kapalı olduğu gün sayısı. Önce yıkılıp camii yapılacaktı, sonra alışveriş merkezi sonra yenisi. Ne oldu ne bitti bilinmiyor ama birden fazla bir kurumun suçunu barındıran bir garabet olarak öyle mahsun ve hüzünlü duruyor.

Sinir bozucu daha çok sayı var. Ama yazdıkça, okudukça siniri bozuluyor insanın.

Çarşamba, Şubat 16

Günün Seçkisi #24: Oyun - Rubik Küpü

Sabır küpü, zeka küpü, sihirli küp adlarıyla da bilinen Rubik Küpü, Macar heykeltraş ve mimarlık profesörü Erno Rubik tarafından 1974 yılında icat edildi. Farklı modelleri olsa da Rubik Küpü, 3x3x3'lük bir küptür, 6 yüzü ve her yüzünde 9 kare bulunur. Toplamda ise 54 kare vardır. Amaç kübü, her bir yüzünü tek bir renk oluşturacak hale getirinceye kadar çevirip her bir yüzünü farklı renge getirmektir.  Rubik kübünü çözmenin  permutasyonu ile belirtilen 43,252,003,274,489,856,000 yolu bulunmaktadır. Rubik kübü çözmek zeka testi olarak algılansa da bulmacayı çözmenin sistematik yolları var. Bir David Singmaster ve Lars Petrus gibi bir takım adamların oluşturdukları farklı sistemler ve algoritmalar mevcut.

Yeni keşvettiğim bir sitede bulduğum bu illustrasyon Rubik Küpü ile ilgili bilinen bilinmeyen bir çok şeyi özetlemiş.

Kaynak: Wikipedia, www.behance.net

Pazartesi, Şubat 14

Günün Seçkisi #23: Film - İnançlı

Her insanın hayatında bazı tezat durumlar vardır. Kimilerinin işi hayatına tezatttır kimilerinin tutkusu, aşkı...Çoğu zaman iş adıyla gerçekleştirdiğimiz para kazanma eyleminde çıkar tezat karşımıza.Bu filmin konusu olan tezat ise bir insanın sahip olabileceği en büyük çelişkiden din ve inanç karmaşasından beslenmiş.

"İnançlı"(the Beliver) Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme meselesine kafayı takıp okulu terkeden, Antisemitizm'le yetinmeyerek Neo-Nazi'ye dönüşen gerçek bir Yahudi'nin öyküsü. Gerçek bir hikayeye, 1960'lı yıllarda yaşamış yahudi bir Ku Kulx Klan üyesinin hayatına dayanıyor. Film, toplumun kişisel inançlara karşı hoş görüsüzlüğünden besleniyor. Filmin ana karakteri bir taraftan içindeki nefretle Nazi'ye dönüşürken bir taraftan dini mirasından vazgeçemeyip kendi çelişkisi içinde debelenen bir genç. Bir tarafta oluşu bir tarafta inançları. Zamala oluşun ve inançların birbirine karıştığı film klişe  bakış açısından uzakta 2002 yılında İstanbul Film Festivali'nde izlediğim ve beni çok etkileyen İnançlı'nın başrolünde Ryan Gosling harika.Filmin insanın içine bu kadar işlemesinde onun müthiş oyunculuğunun payı büyük. 2001 yapımı filmin yönetmeni Henry Bean, filmin aynı zamanda da senaristi.



Perşembe, Şubat 10

Günün Seçkisi #22 : Reklam - Uyku ve Uykusuzluk

Günün seçkisinde iki ayrı reklam kampanyası var. Ana tema uyku. Biri iyi uyku, biri uyumama üzerine. Her iki kampanyanın ilanlarının fikirleri kadar, çizimleri de çok güzel.

İlki bir yatak firmasının reklamı, McCann Hindistan tarafından yapılmış. “Puts even your worries to sleep.”(Endişeleinizi bile uyutur).Başrollerde Tiger Woods, Obama ve Paris Hilton.



Diğer kampanya bir kahve firmasının "ayık kalmak için kahve" temalı kampanyası. Giovanni+Draft FCB (Brezilya) tarafından hazırlanmış. Slogan : When sleeping is not an option (Uykunun bir seçenek olmasığı durumlarda)

Pazar, Şubat 6

Günün Seçkisi #21 : Kitap - Dublörün Dilemması

Klişe gibi gelir ama bana doğum günümde kitap alan insanları pek severim. Hele de yani farklı bir şeyler gelirse pek bir mutlu oluyorum. Dublörün Dilemması da bu yolla elime geçti. Selin arkadaşım kendi okumuş, çok beğenmiş benimle paylaşmış.

Son dönemlerde dizüstü edebiyat ve popüler köşe yazarlığı ile basitleşmeye giden yazar diline, çok öncelerde savaş açmış biri Murat Menteş. Kelimeleri ve bilgisini bu kadar iyi kullanan bir insan az gördüm. Olay sadece bilgi küpü olmak değil, kelimelerle oynayabilmek de değil. Bunu kendini garipsetmeden, akıcı bir şekilde doğal olarak yapabilmek. İşte Murat Menteş'in kelime cambazlığı. Bilim kurgu sınırlarına yaklaşan, hayalperest, kurgu bir öykü, havada uçuşmayıp insanın beynine kazınan sözler. Murat Menteş'in zekasını ve bilgisi ile birleşen karakterler derin, olaylar uçuk ama sürükleyici. Okuyor ve düşünüyor olmaktan zevk aldıran bir kitap. İlk okuduğum andan itibaren Chuck Palahniuk etkisi yarattı bende. Zaten tarzı ve düşünce biçimi de ona çok benziyor.

Murat Menteş, 2005 yılında yazmış bu kitabı. Biyografisinde daha önce neler yaptığı ile ilgili şu cümleler var. "Bisiklet tamiri ile uğraştı, sihirbazlık numaraları öğrendi, amatör boksörlük yaptı. " Yazmayan kısım ise dağlar kadar gazete ve kitap arşivi olan olan bir bilgi küpü. Kelimelerle ilişkisine kelime oyunu denmesine verdiği cevap anlatıyor her şeyi."Kelimeler nimettir, nimetle oyun olmaz"

" Bir erkeğin hayatında tesedüflerin toplamından fazla bir şey yoktur... Bir erkeğin hayatıda ses etmeyip pes ettiği anlar vardır..." Habip Hobo, Dublörün Dilemması

Yazı yazan, yazmak isteyen, zevkle okumak isteyen herkese hediye etmek istediğim bir kitap. Şiddetle tavsiye edilir.


Çarşamba, Şubat 2

Günün Seçkisi #20 : Şarkı - I Wanna Be the One, Fun.

Grooveshark'ı müzik dinleme aracı değil de yeni tınılar keşfetme aparatı olarak kullanınca çok güzel şeylerle karşılaşabiliyor insan. İndie listelerinden birinde bu şarkıya rastladım. İlk dinleyişte sevdiğim şarkılardan biri oldu. Grubun adı Fun nokta. Sadece eğlence der gibi, eğlenceli bir şarkı yapmışlar. Bana tarzları birazcık Owl City'i andırdı. 3 sene önce New York bazlı krulan grup Nate Ruess, Andrew Dost, Jack Antonoff'tan oluşuyor. 2009'da çıkardıkları Aim and Ignite isimli bir albümleri var. Grubun diğer şarkılarına çok bayılmadım ama çok da dikkatli dinlemedim açıkçası... Bu şarkı güzel beni bir süre götürür.  Diğer şarkılardan meşhur ve fena olmayanları At Least I'm Not Sad (As I Used To Be), All the Pretty Girls (klip de çekmişler buna), Be Calm.

Hafif bir grup hafif şarkılar ama eğlenceli, döndür döndür dinle bir şarkı... Neşelenelim diye Fun. I Wanna Be the One

Salı, Şubat 1

Günün Seçkisi #19 : Manzara - Kokpitten Alacakaranlık

Bir insanın görebileceği en güzel manzaralardan biri gün dönümleri sırasında uçaktan görünen manzara olabilir. İnsan gözünün yakalayabileceği en güzel rennkleri o anda görmeniz mümkün. Bunu bilen birileri de çıkmış, Los Angeles Havaalanı LAX'e iniş sırasında bir uçağın (muhtemelen yolcu uçağı olmayan küçük bir uçak) kokpit kameresasından Alacakaranlık videosu çekmiş. Görüntüler nefis.

Müzik de Sugarcult'tan Los Angeles..